İKİ GÜNDÜZ, BİR GECE’DE DOĞMAK
‘Sanatçının içinde yaşadığı toplum tarafından şekillendirilmesi onun toplumsal olana karşı sorumluluk sahibi olmasını gerektirir’ der, toplumsal gerçekçilik akımı. Bu sorumluluk, sanatçıyı bir bütün olarak içinde yaşadığı dünyaya ilişkin farkındalığı gösterme çabası içine sokar. Sanatçı eserini, toplumdaki bireylerin duygularına, algılarına ve kavrayışlarına bağlı olarak tasarlar. Bu tasarıyı, toplumu anlama, tanıma ve bilme yetisi ile onların dünyasına inerek gerçekleştirir. Toplumsal eşitsizlikleri ve sömürüyü, tek tek yaşantı durumlarına ilişkin kendilik izlenimlerini bilincinde estetize ederek, sanatsal bir yaratı biçimi ile topluma sunar. Bununla birlikte sanatçı, acı çekme, bekleme, korkma, sevme-sevilme, düş kırıklığına uğrama, ödül, intihar gibi belirli bir nesnesi bulunan “geçişli” yaşama pratiklerini kurgusallıktan ziyade diyalektik bir yöntem ile sunabilendir. Tam da Dardanne Kardeşlerin 2014 yılının son günlerinde gösterime giren Deux Jours, Une Noir ( İki Gün, Bir Gece) adlı filmde yapmayı başardıkları gibi.
Dardanne Kardeşlerin karşıtların öznel durumlarını ve bir tercih yapmak zorunda oluşlarını ortaya koyarak kapitalizmi eleştirdikleri son filmleri, bireylerin içsel durumlarının toplumsal gerçekçi dışavurumunu göstermesi açısından saygıyı fazlasıyla hak eder. Film, tek tek bireylerin “iktidarların gölgesinde” onların kurdukları düzenin bir parçası oluşlarını irdelemektedir. İkna ve telkin yöntemi ve dayanışma ruhu ile bu vahşi düzenin nasıl alt edilebileceğini inceden inceye bize anlatırken, bireyin yaşadığı bunalımları da gözler önüne sermektedir. Bunu yaparken de, olumsuz bir durumun bireyin özgüven ve kimliğini yeniden inşa etmesiyle nasıl aşılabileceğini de sade bir teknik kullanarak yapıyor olması da filme özel bir anlam katmaktadır.
Film, evli ve iki çocuklu Sandra’nın ( Marion Cotillard ) psikolojik anlamda gergin olduğu bir sahne ile başlar. Sandra’nın uzun bir süredir yaşadığı bunalım işinden ayrı kalmasına sebep olmuştur. Ancak bu uzak olma hali, iyileşip işe dönmek istemesi ile birlikte olayları farklı bir mecraya yönlendirecektir. Şirket yetkililerinin Sandra hakkında almış olduğu işten çıkarma kararı, firmada çalışanlara yapılan bir oylama ile sonuçlanmıştır. Sonuç, maalesef ki Sandra’nın aleyhinedir. Zaten, ağlama atakları şikayetinden dolayı tedavi gören Sandra, bu karar ile daha da yalnızlaşan ve çaresizleşen bir birey olmuştur. Bu dönemde , eşi Manu ( Fabrizio Rongione) ve yakın arkadaşı Juliette ( Catherine Salée) Sandra’nın en büyük destekçileri olmuştur. Juliette, ustabaşı Jean-Marc’ın oylamanın gidişatını değiştiren bir söylemde bulunduğunu şirket yetkilisi Bay Dumont ile görüşmüş, ve oylamanın yeniden yapılması için bir tarih almıştır. Jean-Marc’ın teklifi , çalışanlara teklif edilen 1.000 avro’luk ikramiye ile Sandra’nın işten çıkarılması arasında bir seçim yapmalarıdır. Ancak, Sandra’nın lehine işleyen bir kararın çıkması sonucunda, çalışanların hem ikramiyeden olacakları hem de içlerinden birinin daha işten çıkarılma tehdidi vuku bulmuş, hileli bir seçim gerçekleşmiştir. Bunun üzerine, Bay Dumont’un da onayıyla Pazartesi günü yapılacak olan kapalı oy sistemi ile bir seçim daha yapılacaktır. Aksi takdirde, işin kaybedilmesiyle birlikte ev taksitleri ödenemeyecek ve sosyal konutlara geri dönülecektir. Kocası Manu, Sandra’yı hafta sonunu tüm iş arkadaşlarıyla birebir yapacağı görüşmeler konusunda ikna eder. Sandra, öylesine bir çöküntü durumu içerisindedir ki, Manu’nun teklifi ona hiç cazip gelmez. Ancak, arkadaşlarından birinin telefonda onun lehine oy kullanacağı haberi ile umutlanır. Hafta sonunu zorlu görüşmelere ayıracaktır.
İşte filmin ana konusu da, ,işten çıkarılan, ekonomik ve psikolojik anlamda zor duruma girebilecek bir iş arkadaşı ile kazanılacak 1.000 avro arasında seçim yapmanın trajik zorluğunun gösterilmesidir. Bu sahneler hayatın öyle gerçeklikleriyle örülmüştür ki, Sandra’nın yaşadığı bunalım diğer diğer birçok çalışanın hayata salt parasal düzlemde bakmalarının sığlığı ile adeta belirginleşir. Bu kez, odak noktamız bu tek tek bireyler üzerinedir. Hepsinin kendilerince kabul ettikleri mantıklı gerekçeleri vardır. Kiminde kızının okul taksitlerini ödeme gücünün olmayışı ön plana çıkarken, bir diğerinde eşinden boşanan ve yeni erkek arkadaşıyla hayata sıfırdan başlayacak olan bir kadının beyaz eşya almak için bu paraya ihtiyaç duyması çarpıcı bir şekilde gösterilir. Kiminde yeniden yapılacak bu tercih baba ile oğulun arasında yaşanan gerginliğe sebep olurken, kimin de ise karı ve kocanın arasını açmaktadır. Kiminde geçinebilmek için hafta sonları başka bir işte çalışmak zorunda kalan iş arkadaşın hayat mücadelesine şahit olunurken, kimin de ise yeni yapılan bir ev inşaatının verandası dolayısıyla yapılacak lüks masrafların dile getirildiğine.
Her ne kadar Sandra’nın iş arkadaşları dürüstlüklerini korusa da, gerçekliğin bu soğuk yüzü Sandra’nın iç dünyasında derin çatlaklar açmaya devam edecektir. Kocası Manu’nun onun yanında duruşu ve cesaretlendirmesi sayesinde Sandra bir nebze de olsa bu içsel çatışmalarından kurtulmaktadır. Arkadaşlarından onun lehine oy kullanacakların olduğunu bilmek bir umut ışığı yakarken, öte yandan parayı tercih edecek olanların fazlasıyla gerçekçi duruşları ve bireycilikleri o ışığın cılız alevini söndürmeye yetmektedir. Kendisini aşağılık bir dilenci gibi gösteren bu durumdan vazgeçmek konusunda büyük gelgitler yaşamaktadır. Paramparça oluşların, ikilemlerin dünyasında yaşamak oldukça ağır gelir Sandra’ya. Son dönemde sakinleştirici ilacın dozajını arttırmış olması bile, kapitalizmin ve onun kurumlarının bireyin iç dünyasını tamir etmede yardımcı olmadığını göstermiştir. Sonuç, bir intihar girişimidir. Ancak, bu girişim yeni ve olumlu bir haberin gelmesiyle ortaya çıkar, intihar bir kaçış, bir son olmaktan çıkar. Bu habis düşünceden vazgeçmek için umudun peşinden gitmek gerektir. Öyle de, olur. Hastanedeki birkaç saatlik tedaviden sonra, yeniden yollara düşülür. Bir hafta sonu belki de ortalama bir insanın bir ömre sığdıramayacağı kadar zorluklarla geçer, uzar bir ömür gibi serilir önünde. Nihayet, o gün gelir. İletişim, özgüven, duygusallık, mantık, seçim yapma zorunluluğu, empati, gelecek kaygısı, vicdan. Herşey o sandığa atılan oyun bir nesnesi haline gelir. Süreç tamamlanmıştır. İkramiye-Sandra seçiminde eşitlik sağlanır. Seçim, Sandra’nın aleyhine sonuçlanmıştır, ancak bu bir yıkım olmaz. Çünkü, Sandra bu süreç içerisinde kendi kimliğini, bireysel duruşunu, özgüvenini, özsaygısını kazanmıştır. Bay Dumont’un işte kalma teklifini, başka bir arkadaşının sözleşmesinin yenilenmemesine karşı iğretiyle karşılar. Bir enkaz değildir artık O.
Bu, bir kaybediş hikayesi değildir aslında. Bu, bir varoluşun ve kendini yeniden var etmenin hikayesidir. Bu, bireyin tek başına olmadığının, bireyin biricikliğini toplumsal yapılar içerisinde yeniden keşfetmesinin bilincine ulaşmasıdır. Bu, dayanışmanın ve iletişimin, bireyi kendi olmaktan çıkarmanın aksine kendi yaptığının kanıtıdır. Bu, sermaye birikimin kar hırsının zaferi gibi görülse de, öyle olmadığıdır. Bu toplumda özgünlük, özgüven, özsaygı, özgürlük gibi ideallerin daha güncel ve yaşanır kılınmasıdır. Bu bağlamda da, bu uğurda atılmış tek bir adımın boşa gitmeyeceğinin kanıtıdır. Toplum içerisinde var olan bir değerin yok olup gitmeyeceğinin bir anlatımıdır. Bu, yaşam yürüyüşüne devam etmenin adıdır. Bu, iki gündüz ve bir gecenin toplamının bir hafta sonu değil, bir yaşam ettiğinin öğretilmesidir.
29/12/2014 Muraz Miraz Arslan (erivanos@gmail.com)