Hesabım
    İki Gün ve Bir Gece
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    İki Gün ve Bir Gece

    Kapitalist düzenin en yalın hali...

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Dardenne’lerin sinemasının dinamiklerinin bir misyon çevresine kurulu olduğunu söylemek yersiz olmayacaktır. ‘Küçük’ insanların ‘büyük’ hikayelerini anlatmak olarak tanımlayabileceğimiz bu misyonun büyük hikayeleri ilk bakışta o kadar da ‘büyük’ görünmezler. Ancak daha yakından bakınca o kocaman modern toplumun bütün parçalarını gözler önüne serdikleri anlaşılır. Örneğin 1999 yapımı, oldukça zor yaşam standartlarına sahip genç bir kadının ‘işini koruma’ çabasını anlatan “Rosetta” kolayca bir refah toplumu olarak etiketlenebilen Belçika’nın sosyal problemlerini çok yalın ve etkili bir dille anlatmış ve ülkedeki kimi çalışma yasalarının değiştirilmesini sağlamıştır. Bu örnek, hem sanatın gerçekliğe olan tesirini hem de Dardenne’lerin misyonunu somutlaştırmaktadır.

    Rosetta’yla inkar edilemez bir göbek bağına sahip “İki Gün, Bir Gece” ise yine bir kadın karakteri büyük bir paradoksun orta yerine bırakıyor. Kaldı ki “İki Gün, Bir Gece”nin başkarakteri Sandra, bu paradoksun etkeni değil, edilgeni. Eğer iş arkadaşları primlerini almaktan vazgeçerlerse Sandra işini kaybetmeyecek. Şirketleri, maddi bir kısıntı yapmak zorunda. Sandra ise son ayların en verimsiz çalışanı olarak bu krizin odak noktasında. Hiç insancıl olmayan bir karar mekanizmasının fırtınasına kapılan tek kişi Sandra değil elbette. İş arkadaşları da bir kriz yaşıyorlar. Zira bir tarafta zor hayatlarına büyük bir katkıda bulunacak bir miktar para, diğer tarafta ise en az kendileri kadar zor durumda olan arkadaşları Sandra var.

    “İki Gün, Bir Gece”, kapitalist düzenin en yalın halini, bir o kadar yalın bir çatışma üzerinden detaylandırıyor. Her tarafı rekabetler örülü, ortak bilinci yok eden malum düzenin aslında hiç de karmaşık olmayan yapısını tartışmaya açıyor. Sandra, bütün bu kaosun ortasında çoktadır depresif, intihara meyilli bir ruh haline bürünmüş zaten. Onu bu çöküntüden kurtarabilecek tek şey ise, kendinden bağımlı ya da bağımsız olarak, insanlığa dair bir umut belki de. Dardenne’ler, hem psikolojik hem de fiziksel zorluklarla baş etmeye çabalayan bu kadının hikayesini, onu ‘yalnızlaştırmadan’ anlatıyorlar. Zira bu kadının ikna etmesi gereken iş arkadaşlarının da filmde nispeten daha az yer tutan ancak en az Sandra kadar etkili hikayeleri var. Hepsi ayrı ayrı bir yaşam telaşında; verdikleri ‘etik olmayan’ her kararda geçerli bir sebepleri var. Bir açıdan kapitalizmin de en büyük numarası bu zaten: Yanlış kararları dahi meşru kılabilmesi...

    Dardenne’ler, filmlerini her zamanki gibi büyük bir sadelik üslubu üzerine kuruyorlar. Kamera Sandra’yı müdahalesizce takip ediyor; onun her ifadesini en doğal haliyle yakalıyor. Kurulan görsel yapı o kadar doğal ki, kimi zaman karakterin mahremiyetinde hissettiriyor izleyeni.  Seçtiği kıyafetler, yediği yemekler, dinlediği müzikler... Bu detayların hepsi Sandra karakteri hakkında kelimelerle kolayca ifade edilemeyecek ipuçları veriyorlar. Dardenne’lerin en büyük ustalığı da, çok basit görünen tercihlerle oldukça kompleks bir gerçeklik oluşturabilmeleri.

    Sandra’yı canlandıran Marrion Cotillard ise bu karakterin içinde yaşıyor. Dardenne’lerin kamerası onu dirsek temasında takip ederken Sandra’nın bütün psikolojik savrulmalarını en net biçimde sergiliyor. Dakikadan dakikaya Sandra’nın ruh halinde yaşanan dönüşümler Cotillard’ın yüzünden dahi rahatça okunabiliyor. Ancak Cotillard’ın tek başarısı bir başlı başına bir kompozisyon oluşturan mimikleri değil. Cotillard, beden diliyle de Sandra’yı ete kemiğe büründürüyor ve onun yaşadığı büyük buhranı gerçek kılıyor.

    Bu film, kariyerlerinin ileri dönemlerinde bile halen şaşırtmaya devam eden sinemacı ikilinin yeni ve büyük başarısı. Her zaman kafalarını kurcalayan hikayelerini anlatmaktan asla vazgeçmeyen ve toplumun karşısına ayna koyan Dardenne’lerin bir sonraki filmlerinin diri bir ilgiyle beklenmesinin önünü açan bir başarı. İki Gün, Bir Gece, tıpkı Dardenne’lerin diğer filmlerinde olduğu gibi bütün ‘Sandra’lara adanmış bir film. Modern dünyanın göbeğinde yaşayan bir insanın bu hikayede kendine dair bir şeyler bulmaması imkansız.

    Gülçin Kaya

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top