Bir Tek Kişinin Bile Fikrini Değiştirebiliyorsa…
Yazar: Ayşegül KesirliKanadalı yönetmen Philippe Falardeau imzasını taşıyan “İyi Bir Yalan,” bir grup Sudanlı mültecinin, İkinci Sudan İç Savaşı’ndan kaçarken verdikleri hayat mücadelesini ve Amerika’nın Kansas şehrinde yeni bir hayat kurma çabalarını konu alıyor. Anlattığı hikayenin içine işleyen şiddet ve acı, ilk bakışta Falardeau’nun filminin yürek burkan, izlenmesi hayli güç bir çalışma olduğunu düşündürtüyor. Ancak “İyi Bir Yalan”ın ‘aşırı iyimser’ yaklaşımı sayesinde gözler önüne serilen olaylar, barındırdıkları şiddet ve ıstıraptan olabildiğince arındırılıyorlar. Diğer yandan, yönetmen Falardeau’nun bilinçli olarak takındığını tahmin ettiğimiz bu tutum, filmde hem görsel hem de hikaye bazında bazı temel eksikliklerin doğmasına da neden oluyor.
“İyi Bir Yalan,” 1983 yılında Sudan’ın güneyinde bir köyde açılıyor. Köyün askerler tarafından basılmasının ve tüm yetişkinlerin öldürülmesinin ardından bir grup çocuk ailelerinin sözlerini dinleyip, yüzlerce kilometre uzaklıktaki Kenya’ya doğru yürümeye başlıyorlar; ta ki Kakuma mülteci kampına vara dek. Falardeau’nun filmi, bu zorlu yolculuk sırasında çocukların başlarından geçen korkunç olayları olabildiğince filtreleyerek anlatmaya çalışıyor. Filmin hem görselliğine hem de gidişatına müdahale eden bu filtre, belirli anlarda
öyle kuvvetli bir biçimde devreye giriyor ki, çoğu zaman acımasız bir iç savaş hikayesi izlemekte olduğumuzu fark edemiyor, filmin çocuk kahramanlarıyla güçlü bir gönül bağı kurmakta hayli zorlanıyoruz.
Filmin ilk yarısına hakim olan bu duygu eksikliği, kahramanlarımız Amerika’ya gönderildikten sonra da devam ediyor. Uzun yıllar bir mülteci kampında yaşadıktan sonra kendilerini Kansas’ta bulan Mamere, Jeremiah ve Paul’un Amerikan kültürüne ve teknolojisine olan yabancılıkları zaman zaman izleyenlerin yüzlerini gülümsetmeyi ve aradaki buzları biraz olsun eritmeyi başarıyor. Fakat bu küçük çabalar, “İyi Bir Yalan”ın ümit edildiği gibi duygu yüklü ve etkileyici bir film olması için yeterli olmuyor.
Filmin afişinde başrolde yer alıyormuş izlenimi yaratan Reese Witherspoon’un filmde ara ara görünüp, kaybolan bir yan karakter olduğu gerçeği ise “İyi Bir Yalan”ın beklentileri boşa çıkaran bir başka özelliği. Witherspoon’un canlandırdığı insan kaynakları uzmanı Carrie, ilk göründüğü anlarda hikayeye önemli bir katkı sağlayacağını hissettirse de kendisinden beklenen karakter gelişimini hiçbir zaman tatmin edici bir biçimde tamamlayamıyor. Bu nedenle Carrie’nin hem Mamere, Jeremiah ve Paul ile olan ilişkisi hem de Sudanlı mülteciler konusuna duyduğu ilgi filmin her dakikasında ikna edicilikten bir adım daha uzaklaşıyor. Dolayısıyla, filmin pazarlama stratejisinin bir parçası olan Witherspoon, yarattığı beklentileri boşa çıkararak aslında filmin gidişatına yarardan çok zarar veriyor.
Bununla beraber, kapanış jeneriğinde görünen ‘www.thegoodliefund.org’ adresinden de anlaşılacağı üzere “İyi Bir Yalan” aslında belirli bir amaç için çekilmiş bir film. Başrolünde yer alan oyuncuların bazılarının zamanında Sudan İç Savaşı’nda çocuk asker olarak zorla orduya alınmış olmaları, filmin Sudanlı mültecilerin dramına dikkat çekmeye çalışan bir sosyal sorumluluk projesi olduğunun altını kalın çizgilerle çizer nitelikte. “İyi Bir Yalan”ın hizmet ettiği bu saygın amaç, hikayesini bir iyimserlik balonu içinde anlatmasının da başlıca nedeni belki de.
Belli ki yönetmen Falardeau, “İyi Bir Yalan”da savaşın çirkin yüzünü ve sonuçlarını vurgulamaktansa, biraz Hollywood formüllerine de başvurarak, mültecilere dair bir başarı hikayesi anlatmayı yeğliyor. Ortaya çıkan sonuç her ne kadar duygu eksikliğinden muzdarip, zaman zaman tekleyen bir çalışma olsa da hizmet ettiği amaç, filmin bazı aksaklıklarını görmezden gelmemizi de sağlıyor aslında. Dolayısıyla, “İyi Bir Yalan,” gönderildikleri ülkelerde çok zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışan ve ayrımcılığın farklı türlerine maruz kalan savaş mağduru mültecilerle ilgili bir tek kişinin bile fikrini değiştirebiliyorsa bize söyleyecek fazla da bir söz kalmıyor sanırım.