Hesabım
    Everest
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Everest

    Gerilimin zirvesi!

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Everest’in üç boyutlu Imax ekranları için çekilmiş yüksek bütçeli bir macera olmasına aldanmayın. Filmin pazarlaması her ne kadar  Rolan Emmerich tarzı klişe dolu aptal bir felaket filmi eğlenceliğini andırsa da, Everest uyarladığı trajik gerçek hikayeyi dürüst bir biçimde aktaran, hem doğanın acımasızlığına, hem de doğaya meydan okuma cesaretine sahip insan yüreğine saygıda bulunan, yer yer duygulandıran, yer yer nefes kesen bir gerilim.

    Film, 1996 yılında ünlü Everest dağının tepesine çıktıktan sonra iniş sırasında güçlü bir fırtınanın kapanında yaşam ve ölüm mücadelesi veren iki dağcı takımın gerçek hikayesini CGI numaralarından olabildiğince uzakta duran, çoğunlukla gerçek mekanları kullanan muazzam görsellerle aktarıyor. Başta Jon Krakauer’ın çok satan kitabı Into Thin Air olmak üzere bu trajik hikaye hakkında yazılmış diğer kitaplardan ve hayatta kalanların hikayelerinden uyarlanan senaryo, kolay yoldan yüksek bütçesini geri kazanmak için gerçek yaşamdan uyarlanmış karakterleri klişe felaket filmi karikatürlerine dönüştürmektense, gerçek olayları olabildiği kadar saygıyla resmederek neredeyse doküdramatik bir ton sergiliyor.

    Bu tarz sert ve düz bir yaklaşımı daha düşük bütçeli filmlerden bekliyoruz zaten, fakat bu denli büyük bir Hollywood projesinin olası dramatik duygu sömürüsünü bir kenara atarak gerçeklere bağlı kalırken belki de bu yüzden daha da heyecan verici bir macera yaratmasını alkışlamak lazım. İlginçtir ki, Everest’in ilk perdesi felaket filmlerinden beklediğimiz klişe karakterizasyonları sunuyor. Bu karakterlerin gerçek yaşamdan gelmesi bir bakıma bu klişelerin nereden kaynaklandığını da göstermiyor değil bir bakıma.

    Josh Brolin’in canlandırdığı tipik cumhuriyetçi Teksas’lı karakter küstah ve kendini beğenmiş bir hava sergiliyor, ve felaket geldiğinde bu karakterin diğerlerini satıp filmin antagonisti olacağını tahmin ediyoruz. John Hawkes’ın canlandırdığı, genel seyircinin kişisel bağlantı kurması için araya sıkıştırılmış hissi veren mütevazi postacı karakterinin finalde kendisinden beklenenin ötesinde bir kahramanlık yapacağını düşünüyoruz. Filme rakip başlayan iki dağcı takımın patronlarını canlandıran Jason Clarke ve  Jake Gyllenhaal’ın fırtınanın en çaresiz anında birbirlerine girip gereksiz bir kavga sahnesine bahane olmasını bekliyoruz.

    Fakat yönetmen Baltasar Kormákur filminin ilk yarısında sanki bile bile bu kadar alışılagelmiş karakterizasyonları sunuyor ki, doğanın acımasızlığına odaklanarak insanlar arası çelişkileri bir kenara atan ikinci yarısı bir o kadar beklenmedik olsun. Kormakur, fırtına bütün öfkesiyle karakterlere saldırdığında doğanın karşısında insan hayatının ve insanlar arasındaki problemlerin ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu gösteriyor. Yaşamda kalacağını zannettiğimiz dağcılar ölüyor, öleceğini tahmin ettiğimiz karakterlerin bazıları mucizevi bir biçimde yaşamda kalıyor. Kormakur’un filmi pek çok yıldızla doldurması ilk başta sadece filmde ünlü yıldızlar olsun da seyirci gelsin gibi bir hava veriyor, fakat hikaye ilerledikçe kahraman olmasını beklediğimiz yıldızların bile doğanın acımasızlığı altında ne kadar çabuk yok olabileceğini görüyoruz. Bu bakımdan Everest dağına olan saygımız bir o kadar yükseliyor.

    Ölüm sahnelerinin basitliği, dramatik duygu sömürüsü yapmadan, veya dağcıların fırtına yüzünden havaya uçtuğu özel efekt dolu abartı çekimler kullanmadan gösterilmesi konu gerçekçilik olduğunda filmin başka bir artısı. Bazı ana karakterler bile bir an yaşamdayken diğer an ekranın dışına düşerek kayboluyorlar. Everest ve bir bakıma doğa, insanları yutuyor resmen, gerçek yaşamda bu tarz trajik durumlarda fos dramatik tansiyonun yeri olmuyor. Kormakur, bütün dağı gösteren muazzam geniş çekimlerden en kişisel moda giren gerilimli bakış açısı çekimlerine kadar macerayı olabildiğince sinematik bir ustalıkla aktarıyor.

    Filmin tek bir büyük kusuru varsa, o da ilk yarısının ikinci yarıya kıyasla gayet yavaş bir ritme sahip olması. Hikayenin eti ekmeğinin dağcılar Everest’ten inmeye başlayınca oluştuğunu biliyoruz, ve bu noktaya gelmemiz biraz fazla uzun sürüyor. Bu küçük eleştiriye rağmen Everest, olabilecek en büyük ekranda ve üç boyutlu izlenmeyi hak ediyor, ve bu gerçek macerayı ve trajediyi aklı başında ve saygılı bir biçimde aktarıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top