Hesabım
    Hacker
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Hacker

    Usta yönetmenden güncel konu, estetik yorum...

    Yazar: Melis Zararsız

    Michael Mann şüphesiz nev-i şahsına münhasır sinemasıyla, sevilen filmleriyle, yaşına rağmen hala aktif oluşuyla, ne yapacağı her daim merak edilen usta bir yönetmen. Aksiyon-polisiye tarzı filmleri en iyi şekilde estetize ederken, aksiyonun etkisine sırtını dayayıp senaryosu eksik, içi boş filmlere de imza atmaz, karakter analizleriyle, gerçekçi insan ilişkileriyle doldurur hikayesini. 90’lı yılların The Last of The Mohicans, Heat ve The Insider gibi birbirinden başarılı filmlerin yönetmeni Mann bu hafta ülkemizde vizyona giren Hacker/Blackhat filmiyle merakları gideriyor…

    Amerika, Çin, Endonezya ve Malezya’da çekimleri gerçekleşen Hacker, günümüzün en önemli güvenlik sorunlarından biri olan, hatta geçtiğimiz günlerde Sony’nin de yaşamış olduğu “siber-atak”ları konu alıyor. Güncel bir konuyu her zamanki gibi estetik bir biçimde beyazperdeye taşımayı hedeflese de Mann, tercih ettiği kirli görüntü efekti ile olsun, oyuncular ve hikaye etrafında pek de oluşamayan kimyadan ötürü olsun, belirli bir demodelik hissiyatının seyirciye geçmesini engelleyemiyor. Filmin açılış sekansında yer verdiği, siber saldırıyı sanki kodların arasından, kabloların içinden geçişleriyle görüyormuşuz gibi yaratılmış olan dramatizasyon, Matrix’ten benzerlerine alışık olsak da yine de etkileyiciydi, doğruya doğru, fakat devamındaki klişe ve demode görüntüler, hafif bir hayal kırıklığı yaratmıyor değil. Teknik bir gerçekliği konu ettiği için çoğu sahnede doğal ışık kullanımı ise kabul edilebilir elbette.

    Konuya gelecek olursak, bir hacker’ın gerçekleştireceği planlara bağlı olarak Çin’de meydana gelen patlama ve Amerikan borsasındaki değişiklikler sonucunda iki ülke birlikte hareket etmeye karar verir ve bu aşamada ihtiyaçları olan kişi hapiste yatmakta olan Nicholas Hathaway’dir. Thor karakteri biraz üzerine yapışmış olan Chris Hemsworth canlandırıyor Hathaway’i, başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

    Filmde bir yandan siber saldırıların ne noktalara gelebileceğini görürken öte yandan Hollywoodvari aksiyona; patlamalara, araba takip sahnelerine, kavgalara vs.. doyuyoruz, diğer yandan da yine Mann usulü, iç hikayelerimiz var. Çinli kadın ajan (Tang Wei) ile Hathaway’ın arasındaki aşk, onların ağabey Chen Dawai (Lee-Hom Wang) arasındaki ilişki, güven, iyi niyet, intikam… 2 saat 15 dakika süren, yani aslında biraz gereksiz yere uzayan filmin ikinci yarısında hikayenin seyri epey değişiyor zaten.

    Filmin yapım notlarından öğrendiğimiz kadarıyla filmin konusunu daha da profesyonelce işlemek adına Mann siber savaşlarla ilgili çok fazla bilgi toplamış, bazı sahneler, “teknik olarak aslında öyle olmaz” uyarılarıyla çıkartılmış. Hemsworth’ün canlandırdığı karakter, Kevin Pulsen’ın Blackhat kitabında bahsettiği gerçek karakter Max Butler üzerinden inşa edilmiş. Gerçekte de öyle miydi bilmiyorum ama karakterin bambaşka bir sebeple hapiste olması ama aynı zamanda bir hacker olduğunun farkedilmesi üzerine ajanların onunla çalışmak istemesi senaryonun zayıf kısımlarından biriydi bana göre. Biraz akıllı telefon reklamı, biraz işletim sistemi reklamı derken, bazı gereksiz detaylar da eklenmiş filme, örneğin Hathaway’in bulundukları mekandaki bluetooth sinyalleri üzerinde çalışırken, “telefon Android değil mi, öyle olması gerekiyor çünkü” demesi gibi…

    Haftanın izlenesi, üzerine konuşulası, tartışılası filmlerinden. Ne de olsa bir ustanın elinden çıkma, yüksek bütçeli, güncel bir meseleyi ele alan, sağlam bir film…

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top