Başrolde bir şehir..
Yazar: Hande KaraBazı filmler sizi mekanları ile içine çeker. Woody Allen’ın Vicky Cristina Barcelona’sı ya da İrlanda’nın muhteşem doğası ile baş başa kaldığınız PS. I Love You gibi. Bir İzmir filmi olarak Bir Gevrek, Bir Boyoz, İki de Kumru’nun da içimizde İzmir’e gitme, oraları görme etkisi yaratacağı beklentisiyle kurulduk koltuklara, ama sonuç pek de beklediğimiz gibi olmadı.
Filmin İzmirli yönetmeni Osman Dikiciler, bir hayali gerçekleştirmiş belli ki. İzmir’de, memleketinde, İzmirli oyuncular ile bir İzmir hikayesi anlatmak istemiş. Ancak bu hayal, perdede izleyici için bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Okumaktan, duymaktan hiç hazzetmediğim bir cümle kuracağım ve “iyi niyetli bir çalışma” diyeceğim film için. Zira gerçekten niyet iyi ama, filme bir bütün olarak baktığımızda “iyi” sıfatını kullanmak pek de mümkün olmuyor.
Öncelikle filmin hikayesi dallandıkça dallanıyor. Yarım asır önce sürüldüğü yuvasına geri dönen Hristo ve gönüllü sürgününü sona erdiren Tan’ın yolları İzmir uçağında kesişiyor. Tan 9 yıl önce bir kalp kırıklığı ile şehrini terk etmiş bir oyuncu, Hristo ise vefat eden eşi Marika’nın son isteğini yerine getirmek için dönmemeye yemin ettiği İzmir’e gelen yaşlı bir Rum. Keşke filmin tüm hikayesi, bu iki insanın yollarının kesişmesi ve birbirleri sayesinde geçmişleri ile yüzleşmeleri ile sınırlı kalsaydı. Ama olmuyor. Araya “bu filmde bunların ne işi var?” diye sormaktan kendinizi alamadığınız iki defineci giriyor… Filmin senaryosunu da kendisi kaleme alan yönetmen, filme sürpriz bir de son eklemek istiyor ancak, burada da izleyici olarak sürprizi çok erken farkediyoruz ne yazık ki.
Eşini kaybeden bir adam olarak Hristo’yu oynayan Bülent Arın’ın her daim yüzündeki gülümseme bazen sinir bozucu olabiliyor, ama buna rağmen filmin en gerçek karakterini de o yaratıyor. Tan rolüyle Ogün Kaptanoğlu “elimden gelen budur” diyor. Filmin yan rollerinde yer alan isimlerin çoğu, onları çeken kameradan rahatsız olmuşlar gibi tutuk bir oyun sergiliyorlar.
Bir Gevrek, Bir Boyoz, İki de Kumru, cennet İzmir görüntüleri ile dolu. Ancak iddia ediyorum, İzmir gözünüze bu kadar soğuk görünmemiştir. Zaman zaman bir belgesel izlediğiniz fikrine kapılacak gibi oluyorsunuz. Görüntü yönetimi anlamında zayıf olan filmin geçişleri ise rahatsız edici derecede özensiz. Hikayenin akışına zaman zaman dahil olan flashback sahneleri, keşke hiç olmasaydı dedirten cinsten.
Çok daha iyi işlenecek bir konuya sahip olmasına rağmen, Bir Gevrek, Bir Boyoz, İki de Kumru “çokluğun” kurbanı olmuş. Hikayeyi daha sade anlatmayı başarabilseydi, İzmir’in hatırı olurdu. “Saçları deniz kokan kadınlara” ithaf edilen bu İzmir güzellemesi, her hayalin gerçeğe dönüşmemesi gerektiğinin bir kanıtı gibi adeta. Ne demişler; “Ne istediğine dikkat et, bir gün gerçek olabilir..”