Bir cevherin harcanması...
Yazar: Ceylan ÖzçelikUral Dağları’na çıkan dokuz arkadaş 2 Şubat 1959’da can verdi. Birinin dili kayıptı, ikisinin kafatası çatlamıştı, kiminin kaburgaları kırılmıştı. Kimi cesetler tamamen çıplaktı. Dağcılara ait iki pantolonda yüksek dozda radyasyon vardı. Cesetlerde mücadele ettiklerine dair bulguya rastlanmadı. İlkin “doğa” suçlandı. Hipotermi denildi. Ardından uzaylılar, kimyasal silahlar, gizli laboratuvarlar gibi envai çeşit teori ortaya atıldı. Gerçekler hiçbir zaman aydınlanmadı.
Gelelim filmimize… Beş adet yeniyetme, Dyatlov Geçidi Vakası olarak adlandırılan bu olayın gizemini çözmek üzere, kendilerini Ural Dağları’na atıyor. Senaryo yazarımız Vikram Weet, asıl mağdurların yaşadığını varsaydığı her şeyi birebir kendi kahramanlarına yaşatıyor.
Weet, MTV Real World ekibinden! Bu, inanın, diyalogların ve karakterlerin her yerinden okunuyor. Elde Dyatlov Vakası gibi bir cevher varken, gerilimsever olarak ne yaptığını bilen, duyarlı, tekinsiz ve ürpertici bir tür filmi görmüş olmayı bekliyorsunuz. Hatta böylesine güçlü, doğaüstü ya da politik (siz söyleyin) bir sır, salondan çıkınca, olayın tüm soğukluğunu ve bilmecesini, yanınızda götürebileceğiniz bir esere dönüşmeyi hak ediyor; kimi sahnelerde ( örneğin mağdurların çıplak bulunmasına getirilen bayağı açıklama) işi, insani olarak saçmalamaya vardıran, pespaye manevralarla bezenmiş bir film olmayı değil.
Tamam, senaristimiz, “bir grup genç bilmem nereye gider” filmlerinden ezberlediğimiz o ıvır zıvırla doldurulmuş giriş ve gelişme bölümleri nedeniyle boyundan büyük işlere kalkıştığını gösteriyor. Peki, Finlandiyalı yönetmenimiz Renny Harlin, onun ayıbını örtüyor mu? Şeytan Geçidi’ni, Blair Cadısı’nın miras bıraktığı buluntu görüntü yordamıyla takip ediyoruz. Ama bizde uyandırılmak istenen belgesel hissiyatı pek sahte! İzlediğimiz yaşanmış bir olayı didiklese de, bu bir “film”! Ve biz her karede bundan eminiz! Heyecansızız ve kafamızdan şu geçiyor: “Bunu daha önce görmüştüm.” Dağcı, İyi Geceler Öpücüğü ve Şeytan: Başlangıç gibi imzalarından tanıdığımız Harlin, dağların, gerilimin, kemin yabancısı olmayan biri oysa ki. Hele hele çocukluğu Hitchcock izleyerek geçmiş bir yönetmenden daha fazlasını beklemeyeceğiz de ne yapacağız?
Filmden sonra ister istemez bir merak aldı beni, bu filmin ardında kimler olsaydı değerini bulurdu, diye. Önce aklıma, buluntu film deryasında Son Ayin’le kendine özgü bir sahicilik yakalamış senaryo ortakları Huck Botko ile Andrew Gurland geldi. İkisi senaryoyu yazsaydı, Şeytan Çarpması'nda türün hakkını veren yönetmen Scott Derrickson da yönetmen koltuğuna kurulsaydı neler olurdu (ya da Tomas Alfredson)? Esin kaynağını biri Rusya tarihinin; diğeri, adı, yüzeysel dokunuşlarla geçse de Amerikan tarihinin (sürprizi ele vermemek adına olayın adını es geçiyorum) en esrarengiz ve dramatik iki vakasından alan bir gerilimin bize hissedecek bir şey sunmaması üzücü. Yüreciklerimizde bir kıpırdanmaya da razıydım.