Hesabım
    Şeytan-ı Racim
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Şeytan-ı Racim

    Cinler musallat olmasın artık!

    Yazar: Banu Bozdemir

    2010 yılında Üç Harfliler: Marid'i çeken Arkın Aktaç üç yıl sonra çektiği Şeytan-ı Racim'le yolunu daha çok korku sineması üzerine çizeceğini düşündürüyor. Şeytan-ı Racim korku öğesi olarak yine gelenekseli kullanıyor ve insana musallat olan cin / şeytan üzerine yoğunlaşıyor. Korku öğelerinin bu kadar kısıtlı olması ve korku filmi çeken her yönetmenin 'musallat' mantığını kullanması bir süre sonra benzer temalı filmlerin çıktığını gösteriyor karşımıza. Hasan Karacadağ'ın çeşitli denemelerle çeşitlendirdiği filmlerinin yanında daha 'düz' ve ‘sakin’ kalıyor ama Şeytan-ı Racim!

    Normal giden hayatlara kabus, halüsinasyon şeklinde çöken bilinmeyen varlıklar burada kendini bir öğrenci evinde gösteriyor. İki ev arkadaşı olan Salih ve Emrah arasında uzayıp giden olaylar zinciri Emrah'ın evden ayrılması ve ailesinin yanına dönmesiyle başka bir boyut kazanıyor.

    Öncelikle uzun tutulmuş bir giriş var karşımızda, iki arkadaş arasındaki belirsiz gerilim ve değişimi anlatmak için kullanılan yöntem daha kısa bir biçimde verilebilirdi. Uzun ama etkisiz! Olayın sebebiyet verdiği durumla karşılaşmamız ise neredeyse filmin sonlarını buluyor. Oraya kadar çoğunlukla Emrah'ın değişimlerini izliyoruz. Kız arkadaşını hamile bırakan ve daha sonrasında onu istemeyen Emrah'a musallat olmaya çalışan cinlerin neden arkadaşı Salih üzerinden geldiği ve onun cinlerle hangi konuda anlaşma yaptığı ise arada kaynıyor. Yani cinler Emrah’ı cezalandırmak için kolları sıvamış vaziyette! 

    Filmde bakırcı Mehmet Efendi üzerinden giden bir çözüm süreci var. Altan Gördüm'ün canlandırdığı karakterin öfkesi, gizem ve olaylara müdahale şekli film boyunca kafa karıştırsa da sonunda oturuyor neden öyle olduğu. En azından sonuna saklanmış bir gizem ve ters köşe yapma durumu var seyirciyi.

    Bu tarz filmlerin, genelde benzer temalar üzerinden döndüğü için artık seyircinin beklentisini karşılamadığını düşünüyorum. Korku filmlerinin ortam yaratma, karanlığa sığınma hali ise artık etkisiz eleman kıvamında. Seyirci üst üste korku klişeleriyle korkutulmaya çalışıldığı ve benzer ortamlara çekildiği için bunalıyor diye düşünüyorum. Korku filmlerinde normal, ışıklı ve sıradan sahnelerin arttırılmasını talep ediyorum. Zira arka arkaya sıralanmış ve seyirciyi zorlayan sahneler bütünü sıkıcı oluyor. Karacadağ'ın son filmi Dabbe: Cin Çarpması'nda aydınlık tek bir sahne görememenin bunalımıyla isyan etmiştim. O yüzden bu filmler bir süre sonra korku gerilim vermekten çok bunaltıyor diyebilirim.

    Şeytan-ı Racim korku filmi havasından uzak, yani seyirciyi korkutmak için çok da kasmıyor. Aslında iyi de yapıyor. Daha çok bir durum filmi havası yaratıyor. Bir yüzük ve karşısına koyduğu mühür ile dolanan film, Salih ve Emrah üzerinden şeytanın yolunu değil, hakkın yolunu seçin önermesi yapıyor. Şeytan cezalandırır, Tanrı affeder diyor ama bunu cinlerin insan beden ve ruhuna yaptığı tahribatı göstererek yaptığı için işin uhreviyat katı artıyor. Yani korku filminden çok inanç filmine dönüşüyor. Bir de dediğim gibi musallat olma halinin arka planı bir hayli yetersiz.

    İşin teknik kısmını artık bu tarz filmlerde üç aşağı beş yukarı başarılı bulduğumuzu söylemeliyim. Sonuçta teknoloji ilerleyen bir şey ve bu da filmlerin içine daha doğal bir biçimde yerleşiyor artık. Burada da öyle, dumanlar ve yüz değişimleri mekan destekli olarak iyi yansıyor ama bu nedense benzer filmler izlediğimiz duygusundan uzaklaştıramıyor bizleri. Bunun da formülü korku sinemasına farklı doneler katmaktan geçiyor. Cinler musallat olmasın artık!

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top