“Öldürmek yerine yaşatmak için verilen mücadele”
Yazar: Murat Tolga ŞenHollywood Film Makinesi bir kez daha tutan fikirleri mikserde çırpıp yeni bir filme dönüştürmeyi başarıyor. Ortaya iyi bir sonuç çıktığında buna pek itirazım olmuyor, sözgelimi; yine aynı aktörün (Sam Worthington) sürüklediği Avatar gördüğüm en yamalı bohça filmlerden biriydi ama kendisi de bir orijinallik sunmayı başarıyordu.
Bu hafta gösterime giren Avcı’nın İntikamı’nın ( Hunter’s Prayer) muhtevasında da unutamadığımız filmler var! Biri artık klasik oldu bile, Leon… Diğeri ise uzun nefesli bir seriye dönüşecek gibi duran John Wick… Zorladıkça Mechanic’e kadar bir sürü ilham kaynağı çıkacaktır ancak John Brancato ve Michael Ferris’in yazdığı senaryonun asıl esin kaynağı bu iki aksiyon harikası.
Film, Leon’un korunmaya muhtaç küçük kız ve usta kiralık katil fikrini, içerdiği eser miktardaki romantizmi ayıklayarak alıyor ve bunu John Wick’teki başına ödül konmuş kiralık katilin kaçış macerasına eklemliyor. Nazi eğilimleri bulunan pis ve güçlü bir adamdan para sızdıran birinin kızı olan Ella’yı öldürmekle görevlendirilen Lucas bunu yapmak yerine kızı korumaya karar verince kendi kellesini tehlikeye atıyor ve böylelikle bazen tavşan bazen de tazı oldukları bir macera başlıyor. Bu maceranın turistik bir tarafı da var. Sıkıcı olduğunun altı özellikle çizilen Avrupa rotasında kahramanlarımız hayatlarını korumak ve baştaki musibeti ortadan kaldırmak için canhıraş bir gayret içindeler. Ella bir ergenin hayata kalma içgüdüsüne sahipken Lucas’ın amacı bu korumayı başarıyla sonlandırarak geçmişteki günahlarının kefaretini ödemek.
Filmin yönetmen koltuğunda T3: Rise of the Machines (Sam Wortington’ın role seçilme sebebi muhtemelen), U-571 ve Surrogates gibi ortalama aksiyonlardan tanıdığımız Jonathan Mostow oturuyor. Senaryo ekibi de aynı işlerden gelen insanlar. Bu da üç aşağı beş yukarı nasıl bir film izleyeceğimizin işareti aslında… Türe çok büyük bir katkısı olmayacak ama salonda bizi 2 saat boyunca oyalayacak bir seyirlik.
Hollywood standartlarında temiz kurgulanmış bir iş olan Avcı’nın İntikamı’nda aksayan taraf oyunculuk gibi duruyor. 20 yaşında olmasına rağmen 13-14 yaşlarında bir ergeni canlandıran Odeya Rush, anası babası katledilmiş birinin travmasını seyirciye gösteremiyor ama kabul edelim iyi resim veriyor. Sam Wortinghton’a gelince, o yine uykudan uyanıp kahve içmeden sete gelmiş gibi. Ucuz bir misyonerlik faaliyeti gibi duran Baraka (The Shack) filmindeki şaşkın hallerini unutabilmiş değiliz. Kendisini affettirmesi için daha çok film çekmesi gerekecek ama kariyerinin iyi bir tarafa gittiğini düşünmüyorum. Kaderi, film işine sağlam bir giriş yapıp en sonunda çöp filmlere çapalanan Cuba Gooding Jr., Danny Glover ya da Christian Slater gibi olabilir.
Yine, de Avcı’nın İntikamı’nın özellikle baştaki araba kovalamacası aksiyonu ve filmin ortalarındaki market baskını sayesinde, temposu yüksek adrenalin pompalayıcı bir seyirlik olduğunu düşünüyorum. Finale giden yoldaki (kızın elinde silahla yüksek güvenlikli bir binaya elini kolunu sallayarak girmesi gibi) senaryo delikleri olmasa notum daha da yüksek olacaktı... Filmin başarılı bir kötü adamı (Richard Addison rolünde Allen Leech) ve asıl hikâyede bir önemi olmamasına rağmen seyirciye aktarılan tuhaf bir trajedisi var. Film boyunca girip çıkan karakterler de orijinal duruyor. Jonathan Mostow için ileri bir adım değil ama geri düştüğü de yok. Yaz sıcağında bir sinema kaçamağı yapmak isterseniz yerinde bir seçenek olacaktır. İyi seyirler…
murattolga@otekisinema.com