Sezonun en beklenen filmlerinden biriydi. Önemli dallarda Akademi Ödülleri için ismi geçiyor. Fincher'ın muhteşem sinematografisinin şimdiden en nadide parçalarından biri haline geldi. Uzun süredir sağlam bir film gelsin de sinema salonunda izlesek diye bekleyen sinemaseverleri tatmin edecek "Gone Girl", artık perdede.
Kendisi de Missouri doğumlu olan yazar Gillian Flynn'in aynı adlı 2012 tarihli romanından uyarlandı film. Kitap haftalarca bestseller kaldı. Yaşadığımız zaman ile ilgili yerinde tespitleri, unutulmayacak ve çok güçlü karakterleri var. Bunlardan birini, Amy'yi, kariyerinde bu rol ile birlikte büyük bir sıçrama yapan Rosamund Pike, diğerini ise her zaman aktörlüğü tartışma konusu olmuş, son yıllarda daha çok kaliteli yönetmenliği ile gündeme gelen, popüler isim Ben Affleck canlandırıyor. Yan karakterlerde de üst düzey oyuncuların üst düzey performansları var ve belki onlar da detaylı olarak ele alınmayı hak ediyor. Ancak bu film tartışmasız olarak Nick ve Amy ile alakalı.
Kitapta muhakkak daha detaylı, ince ince yaratılıyor bu karakterler. Fakat Fincher ve ekibi de oldukça başarılı. Nick aslen bir "Missouri delikanlısı", annesinin rahatsızlığı nedeniyle New York'tan yeni evlendiği eşi ile birlikte "mahallesine" dönüyor. Çok sempatik bir karakter değil aslında. Ancak tamamen antipatik olduğunu da söylemek zor. Film boyunca yaşananlar, Nick ile ilgili düşüncelerinizi bir o yana bir bu yana savuruyor. Yakınlık duyuyor, ardından nefret ediyorsunuz, daha sonra acıyorsunuz vs. Zaten bu durumu filmin sonlarına doğru kendi ağzından da aynen bu şekilde duyabiliyoruz. Amy ise, Pike'ın efsanevi oyunculuğunun da etkisi ile kuşkusuz, tek başına birkaç filme konu olabilecek bir insan. "Amazing Amy" isimli çocuk kitapları serisinin baş kahramanı. Standartları çok yüksek biri. Muhteşem bir eğitim kariyeri var, akıllı, kültürlü, zevk sahibi. Tam bir "elit". Bir şekilde bu iki insan birbirine aşık oluyor, çok güzel bir birlikteliğe başlıyor. Ancak devamında bazı sorunlar baş gösteriyor. Global ekonomik kriz giriyor araya önce. Evlilik-para-ilişki konuları gündeme geliyor. Sonrasında bebek isteme-istememe, Nick'in farklı arayışları tercih etmesi gibi, aslında günümüzde pek çok evlilikte yaşanan sorunlardan bazılarını onlar da yaşamaya başlıyor. Zaten asıl orjinallik bu noktadan sonra ortaya çıkıyor. Amy'nin bu durumlara "tepkisi", filmin merkezini bambaşka bir noktaya çekiyor. Filmin başında tanıdığımızı sandığımız kadın, belki de sinema tarihinin en keskin geçişlerinden birini yaşıyor ve sonrasında bambaşka bir kadına dönüşüyor.
Çok belirgin hatlarla birkaç bölüme ayırabiliriz filmi. Öncelikle bir gizemi çözmeye çalışıyorsunuz. Bu kadına ne oldu? Kim, ne yaptı? Bu soruların cevabını almanızla birlikte film yaklaşık iki dakika içinde bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Sırlar açığa çıkmaya başlıyor. Bu bölümün ardından yine bambaşka frekansta, bir diğer aşamaya geçiliyor. İzlerken çok iyi anlayacaksınız. Bu aşamaların toplamı, aslında uzun sayabileceğimiz bir film oluşturuyor. Finale doğru özellikle dikkatinizi dağıtmamak ve odaklanabilmek adına biraz ekstra çaba sarf etmeniz gerekli.
Missouri-New York çatışması. Müzik kullanımı, ve Fincher'ın bilindik usta yönetmenliği. Kültürel referansların bolluğu. Merkezde etraflıca ele alınmış bir "evlilik müessesesi" çıkmazı. Kadın-erkek ilişkileri. Daha pek çok konuya değiniyor film. Herkesi, özellikle de evli olanları sanırım, oturup düşünmeye sevk ediyor adeta. Uzun muhabbetlerin konusu oluyor. Başarılı insanların elinden çıkmış bu başarılı filmi fazla geç kalmadan görmek gerekli.