Didier ve Elise, bir mağazada tanışırlar, ilk görüşte aşık olurlar ve evlenirler. Müzisyen olan Didier’in grubunda solistlik yapmaya başlayan Elise, bir süre sonra hamile kalır... Çocuk yapıp yapmama konusunda epey tartışan çiftin sonunda çocukları olur. Derken trajik bir şekilde kızları Maybelle hastalanıp bu dünyadan göçer. Çift, birbirlerini, kendilerini ve Tanrı’yı suçlamaya ve yargılamaya başlar...
Bir şeyi suçladığımızda, yargıladığımızda, kendimizi o şeyden ayırıyoruzdur. Bunu fark ettiğimiz zaman, anlarız ki konu ne olursa olsun dualite, ayrılık, bölünmüşlük vardır. Tüm sıkıntıların temelinde, zihnin kendini tamamen bağımsız bir birey gibi görüp, kendini izole etmesi yatar.
Zihin, bu dünyada ölmekten korktuğu için, devamlı bir güvence arayışındadır. Diğer tüm korkular, ölüm korkusundan türemiştir. Bu dünyada güvence bulamayan bakış açısı, kendine öbür dünya isimli bir hayal alemi yaratmıştır. Tüm dinlerin, öğretilerin özünden uzaklaşıp, kendini kurtaracak bir otorite yaratmıştır: Tanrı... Bu yarattığı sistemde bile bir çok ikilik vardır.
Dideir’in seyircilerine yaptığı söylevde insanların korkudan Tanrı’yı yarattığını belirtirken, muhtemelen değiştirilmiş bir kavram haline gelen kendi dinini eleştirir:
Devamı blogta...