Hesabım
    Boyun Eğmez
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Boyun Eğmez

    Sahi, neden bunca kötülük?

    Yazar: Melis Zararsız

    Güzel oyuncu Angelina Jolie, ikinci film yönetmenliği deneyimiyle karşımızda. Güzelliğiyle ön planda, “kadın” bir “oyuncu”nun yönetmenliği her zaman dikkat çeken, eleştirilmeye de çok açık bir durum teşkil ediyor. Başarısız olması daha çok bekleniyor sanki, “elinin hamuruyla, oyuncu haliyle, yönetmenlik işlerine karışmasın” gibisinden. Erkek oyunculardan yönetmenliğe geçiş yapanlara karşı da bir önyargı hakim, ben bu tarz önyargıların ne şekilde olursa olsun kırılması gerektiğine inanıyorum. Ülkemizde yaşanan, önyargı ile başlayıp şiddet ile, cinayet ile sonuçlanan durumlarda da hep zayıfa, kadına, çocuğa zarar geldiğinden, belki de bu konuda hassas bir yazarım şu an, kim bilir…

    Gerçi, “ismi” olan sinemacıların üzerindeki önyargı meselesine de giriyor bu, mesela Tim Burton’ın son filminin karşılanışı… Maalesef özellikle auteur sinemasında, filmleri, “şu şu ismin filmi” diye izliyoruz ister istemez, fakat bu da beklentileri farklı yerlere taşıyabiliyor. Neyse gelelim Unbroken/Boyun Eğmez adlı, kimin çektiğinden çok, neyi nasıl anlattığına odaklanmaya çalıştığım filme.

    Gerçek bir hikaye var yine karşımızda. Louis Zamperini isimli bir sporcunun hayat hikayesini kitaplaştıran Laura Hillenbrand’in romanından Coen Kardeşler'in kalemiyle beyazperdeye uyarlanmış film…. İkinci Dünya Savaşı döneminde Berlin Olimpiyatları’nda yarışan ve daha sonra kendisini savaşın içinde bulan birinin dehşet verici hikayesi bu. Düşen uçak sonucu Pasifik Okyanusu’nda aç susuz 47 gün geçiren Zamperini bu da yetmiyormuş gibi Japonların esir kampında feci işkenceler ve sefillik dolu günlere maruz kalır. Yakın zamanda, yine İkinci Dünya Savaşı esnasında Japon ordusu tarafından ele geçirilen tutsak askerlerden Eric Lomax’ın öyküsünü izlemiştik Geçmişin İzleri/The Railway Man’de. Epey yakın iki gerçek hikaye aslında, ele alınışları ise farklı ama aynı noktada fire veriyor filmler: anlatılacak o kadar hikaye, söylenmek istenen o kadar söz var ki, karakter derinlikleri hep bir noktada yetersiz kalıyor.

    Roger Deakins görüntü yönetmenliğinde işinin hakkını veriyor doğrusu, farklı dokulara sahip, farklı küçük hikayeler var filmde ve her birini kendi iç yapısına uygun şekilde resmedebiliyor Deakins, geçişlerde de hiçbirşey göze batmıyor, filmde bu anlamda bir bütünlük sağlanıyor.

    Kampta geçen bölümde Jolie, şiddetli sahnelerde hiçbirşeyden kaçınmıyor, tüm yaşananları belgeselmişçesine yüreğiniz kanayarak, inanarak izliyorsunuz. Uçak düştüğünde Pasifik’te geçirdikleri 47 gün ise bambaşka bir küçük film gibi adeta, aslında epey uzun yer verilmiş, fakat sıkmıyor, bu kişinin nelerle sınandığının, ne kadar mücadeleci olduğunun da altı böyle çizilmek istenmiş belki. İki arkadaşın okyanusun ortasında acaba neden biz ölmedik, şu anda neden buradayız gibi sorulara cevap aradıkları diyaloglar ise gerçekten düşündürücü ve etkileyici…

    Geçmişin İzleri’nde olduğu gibi burada da konu intikam duygusunu bastırıp affetmeyi öğrenmemiz gerektiğine bağlanıyor, hatta Japon askeri hikayesi farklı sonlansa da aynı duyguları uyandırıyor…

    Jack O’Connel Zamperini’yi, tüm yaşadıklarını canlandırmada çok başarılı… Filmde oyunculuk anlamında göze batan hiçbir sorun olmadığını eklemek lazım. Müzikler ve özellikle uçaklı sahnelerdeki sesler de filme bambaşka bir derinlik katıyor. Jolie, Kan ve Aşk’ta olduğu gibi, hatta hayattaki duruşunda da olduğu gibi yine dünyanın kanayan yaralarına parmak basıyor. Filmden çıkarken, ülke gündemimizi de aklımızdan çıkaramayıp soruyoruz: Neden bunca kötülük var?

    http://www.twitter.com/blossomel

    http://about.me/melisz

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top