Sinemasal zevkin doruğu!
Yazar: Ali Ulvi UyanıkÜnlü ve hayranlar ordusu tarafından çevrili olsanız da, aktörlüğün damarlarınızdan aktığını duyumsuyorsanız, popülerliğinizin bir illüzyon olduğunu da biliyorsunuzdur... Bir gün, gerçekte ne denli değerli olduğunuzu ispata giriştiğinizde ise, acımasızlık çevrenizi sarmış olabilir. Riggan, sinemada süper kahramanı oynadığı "Birdman" serisiyle yirmi yıl önce ünlü olsa da, şimdi Broadway'de sahneye koyduğu ve rol aldığı oyunla yeniden gerçeğe dönmek, kabul görmek istemektedir. Ön gösterimlerden önceki son provalarda bizler de onun dünyasına dahil oluruz (tesadüf bu ya, beyazperdede son kez Batman'i canlandırmasının üzerinden 22 yıl geçen Michael Keaton oynuyor).
Birdman'in hikayesinin omurgası bu! Kariyerinde bir atak yapmak isteyen aktörün sahne arkasını röntgenliyoruz. Bir yandan para kaynaklarını zorlarken, diğer yandan da özel ve iş hayatına girmiş olağan dışı insanlarla baş etmek zorunda, asıl önemlisi de süper kahraman karakteri, bir alter egosu / iç sesi olarak sürekli karşısına çıkmaktadır: Riggan'ı rahatsız ederek istediği, bu prestij kazanma girişiminin beyhude bir çaba olduğunu kabul etmesi ve onun Birdman karakterine geri dönmesidir.
Ve karşımızda, egosuyla savaşan aktörün soyunma odasında başladığımız ve uzun plan sekanslarla, zaman - mekanda kesintiye uğramadığımız duygusuyla tamamladığımız bir film var. O denli usta işi ve gösterişli bir yönetmenlikle karşı karşıyayız ki, acı ile mizahın ve gerçeklikle yanılsamanın arasındaki bir çizgide, bazen duvarlara çarparak ilerliyoruz. Kulis odalarına, koridorlara, sahneye, salona, yakınlarda bir bara, kalabalık, ışıltılı, gürültülü caddeye (Times Meydanı), arka sokağa uğruyoruz. Sanki bir REM uykusundayız . 2014'te bir diğer yurttaşı Alfonso Cuarón'un "Yerçekimi"ndeki (Gravity) çalışmasıyla ve bu yıl da ikinci kez "Birdman" ile Oscar kazanan görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki, kamerayı, ruhumuza rehberlik eden bir soyut varlık gibi kullanmış.
Bu kesintisizlikte, karakterler de iç dünyalarını ziyaret etmemize olanak veriyorlar. Tümü, şimdi, şu an tanıdığımız halde, sanki uzun yılların birikiminden çıkagelmişler gibi. Kadroya yeni dahil olan, 'metod' aktörü (Edward Norton) ve bu ukala adamın sevgilisi olan duyarlı oyuncu (Naomi Watts); Riggan'ın eski eşi (Amy Ryan), kızı (Emma Stone), genç rol arkadaşı - sevgilisi (Andrea Riseborough); yöneticisi-arkadaşı (Zach Galifianakis) ile kibirli kadın eleştirmen (Lindsay Duncan)... Duygusal yalpalamalarla oyunu yetiştirmeye çalışan aktör, Birman'le çatışırken, sinirlenip öfkelenirken, gardını düşürürken, hüzünlenirken ve çökmenin eşiğine ilerlerken, bu genelde çatışmacı karakterlerle müthiş elektriklenmeler yaşıyor. Seyirci, sinemanın görsel kabiliyetlerinden üst seviyede zevk alırken, aynı anda sahne sanatlarının canlı performanslarındaki güçlü heyecanın ritmini yakalıyor. Bu, sahnelenen oyunda daha da belirginleşiyor. Riggan, ABD edebiyatının en dram yüklü yazarlarından, boynuzlarından tutup mücadele ettiği hayatının acılarıyla kısa öykü dalına baş yapıtlar armağan etmiş Raymond Carver'ın (1938-1988), 1981'de yayımlanan "What We Talk About When We Talk About Love" (Türkçe'ye "Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz" olarak çevrildi) adlı eserini uyarlamaktadır. Oyunun içinde dolaşırken de, hem aktörün, hem de filmin öyküsünün bu eserin hassas anlarına temas ettiğini hissediyoruz.
Biraz aktarmaya çalıştığım "Birdman" (Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi), tam olarak, katmanları olan, fakat bu katmanların seyir zevkinizi bozmadığı ve bittiğinde bütünüyle tatmin olduğunuz yüksek düzeyde bir film. "Paramparça Aşklar Köpekler" (Amores Perros), "21 Gram" (21 Grams) ve "Babil" (Babel) adlı, kesiştikleri noktada birbirlerinin yazgılarını değiştiren karakterlerin hikayelerini anlattığı, bazılarınca "Ölüm Üçlemesi" olarak tanımlanan filmlerin yönetmeni, Meksikalı Alejandro González Iñárritu damgasını vurmuş (yönetmen, yapım ve senaryo ortağı olarak 3 Oscar kazandı). Önemli bir farkla da, ilk üç uzun metrajlı filminde kullandığı, zamanda ileri-geri hareket eden kurgu stilinin aksine, kesintisiz bir tekniğe baş vurmuş. Aslında bu filmin sinyallerini, bir önceki dramı "Biutiful"da vermişti. 6,932 milyar kişiden bir adamın şu berbat dünyadaki son günlerinde, Javier Bardem'in, seyirciye aktardıklarından daha fazla, kendi kariyeriyle ilgili yaşadığı, ‘karakterin gerçekliği’ noktasındaki tuhaf deneyimi, bir yerde Riggan'ın kendini kanıtlama çabasıyla kesişiyor. Bardem'in başardığını, Riggan tiyatroda başarmaya çalışıyor. Tuhaf gelmesin, "Birdman" gibi müthiş bir filmi seyrederken bir yığın bağlantıyı da sizlerin kuracağına eminim. Hani bazen tek sığınağımız düş gücümüz olur ya...