Senaryonun önemini hatırlatan bir Türk filmi...
Yazar: Melis ZararsızOsman Sınav büyük bir isim. Herşeyden önce, 80'li yılların başından beri sektörde olması ve tecrübesi nedeniyle... Kendisini daha çok, başarılı TV dizileriyle tanıyoruz; Süper Baba, Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi... Aslında 9 adet de sinema filmine imzasını atmış bir yönetmen ama biz onu en çok popüler yapımlar olan Deli Yürek (2001), Pars: Kiraz Operasyonu (2007) ve geçen sene vizyona giren Uzun Hikaye'nin yönetmeni olarak tanıyor ve hatırlıyoruz. Yapımlarında başarılı oyuncular keşfetmekle de ünlü bir yönetmen kendisi. (Kenan İmirzalıoğlu ve Necati Şasmaz, akla gelen ilk iki isim şüphesiz.)
Aslında Osman Sınav filmografisine toptan bakıldığında, değişik bir sonuç elde edilebilir: Sinema tadında diziler, dizi tadında sinema filmleri! Zira Süper Baba, Ekmek Teknesi gibi tv dizileri, özellikle dönemi itibariyle televizyonda gerçekten de diğer dizilerden ayrılan, izleyiciye kaliteli sinema filmi izliyormuş hissi veren keyifli, sıcak aile dizileriydi. Sinemada gördüğümüz Deli Yürek, Pars: Kiraz ve Aşk Kırmızı'ya baktığımızda ise televizyonda seyredip tüketilebilecek özensizlikte filmlerle karşı karşıya kalıyoruz ne yazık ki... Gerçi arada Uzun Hikaye gibi bir film var ki arada kaynamaması gerekir. Zira uzun süredir vizyona giren Türk filmleri arasında, çoğu eleştirmenin ve çoğu izleyicinin, başarılı bir film olduğu konusunda hemfikir olduğu nadir yapımlardan Uzun Hikaye. Gerek senaryosu, gerek oyunculukları, gerekse yönetimiyle nicedir özlenen sıcaklıkta bir filmdi bu. Üstelik bu filmi çok değil, sadece beş ay önce izledik vizyonda. Hala dumanı üstünde, sinema sohbetlerinde başarısı konuşulmakta olan bir yapım. Bu kadar kısa bir süre içinde, vizyonda bir başka filmin senarist ve yönetmen koltuğunda Osman Sınav adını gördüğümüzde heyecanlanmıştık doğrusu. Bu başarının enerjisiyle, bu sefer naif film Uzun Hikaye'ye ters köşe, kışkırtıcı, sert, tutku dolu bir aşk hikayesi izleyeceğimiz muştulandı basın bültenleri tarafından. Üç kişilik bir aşk hikayesiydi bu, bültenler iddialı ve cesur cümleler içeriyordu: "Üç kişilik bir aşkı yaşamak mümkün müdür? Sadakat bu aşk üçgeninin neresindedir? Birini çok seviyorsan, onun sevdiğini de sever misin? Seninle aynı adamı sevdiği için onu suçlayabilir misin?"
Nurgül Yeşilçay da iddialı bir isim. Farklı rolleri başarıyla canlandırabilen bir oyuncu, üstelik vahşi bir güzelliği de var. Fragmanlardan da cinselliğin ön planda olduğu, kırmızının kışkırtıcılığının adeta bir rujla filmi boyadığı aşikardı. Böyle bir hikayede Yeşilçay'ı kullanmak bana göre akıllıca. Tam karşısına ise masumiyeti simgelemek adına Ezgi Asaroğlu konmuş, fırfırlı, çocuksu pijamalarıyla, mıy-mıy konuşmalarıyla, tam da karikatür bir "masum, sevgi dolu, günahsız eş" tablosu çizilmiş. Zaten Asaroğlu'ndan başlayarak filmdeki tüm karakterlerin aşırı derecede karikatür, aşırı derecede şablon olduklarını söyleyebiliriz. Filmin ilk dakikalarındaki ilk cümleler, ilk bakışmalar bile, karakterlerin hepsini sonuna kadar tanımamıza yetiyor. Masum eş, aşık koca, çapkın iş arkadaşları, düzgün kayınpeder-kayınvalide, kışkırtıcı eski sevgili... Hiçbir karakterin derinine girmemize gerek yok. Gerçi kışkırtıcı eski sevgilinin geçmişine yolculuk yapıyoruz, bazı şeyleri neden öyle yaşadığını, şu an geldiği noktanın neden böyle olduğunu bize anlatan arabesk birtakım flashback'ler sözkonusu... Fakat aslında bunlara hiç gerek yok. Sürekli olarak zaten bildiğimiz bir hikayeyi izler gibiyiz. Şaşırtmaya çalışırken bile şaşırtamıyor bizi bu senaryo, yaşadıklarının sonucunda bir dönüşüm geçiren masum eş bile bunu başaramıyor örneğin... Saçları kestirmekle, açık saçık giyinmeye başlamakla, sarhoş olmakla bir karakterin dönüşümünü anlatmak sıradan ve kolaycı bir yaklaşım değil mi?
Ya diyaloglar? Filmin hikayesinin yapısına uygun bayağı ağızlar çok normal belki ama göze soka soka, hiç olmayacak diyaloglar? Bir karakterden asla duymayacağınızdan emin olduğunuz tuhaf, neredeyse sürreal cümleler, tepkiler?
2013 yılına gelindiğinde, modern kadın erkek ilişkileri ise konu, hala bir sebepten fahişe olmak zorunda kalmış, "ben ...puyum ya, aşağıla tabii beni" diyip duran, kendini küçümseyen kadınlar, maço, bencil, kadına saygısız, başa bela olmuş mafya kılıklı adamlar olmamalıydı anlatılması gereken. 70-80'li yıllarda Türk sineması bunu tüketmemiş miydi? Gerçekten de güncel bir film değil gibiydi Aşk Kırmızı, sanki o yıllarda çekilmiş de tozlu raflardan çıkıp anca kendine vizyon bulmuş alelade bir Türk filmi gibiydi...
Kırmızının bayağılaştığı tonunda dudaklardan taşmış rujlar, abartılı kıyafetler, kadın seksapelinin gözümüze sokulduğu kareler, eski filmlerin "nayır nolamaz" ları gibi ilerde dilimize pelesenk olup, neredeyse kültleşebilecek denli komik diyaloglar arasında güzel olan bir şey varsa o da Mehmet Erdem'in o buğulu sesiyle icra ettiği şarkılardı. Keşke Osman Sınav çıksa ve "ben aslında o eski kötü melodramlarımızı hatırlatan, adeta "Arabesk" tadında bir film çekmek istemiştim" dese... Büyük bir yönetmenin sineması da olsa, senaryonun ne kadar önemli olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatması anlamında önemli bir film... Renkli, popüler isimleri seksi ve renkli bir çarpık aşk hikayesinde izlemek isteyenlere ise kesinlikle hitap edebilir.