Kendinize doğru yolculuğa hazır mısınız?
Yazar: Melis ZararsızDağ tepe görüntüleri ve inleyen bir kadın sesi. Bir dağevinde seks yapan bir kadınla karşılaşacağız zannettim açıkçası fakat birkaç saniye sonra dağcı kıyafetinde bir kadının aslında yorgunluktan ve can acısından inlediğini anladım. Ayak tırnağı düşmüş, heryeri kan revan içinde, üstelik tırnağı ve yaralarıyla ilgilenirken dağ botları da uçurumdan aşağı düştü ve avaz avaz çığlık attı bu çaresiz kadın!
İlk inlemeleri cinsellik sanışımı kendi fesatlığıma verecektim ki filmin tümünü izledikten sonra bunun yönetmenin bilinçli bir tercihi olduğuna kanaat getirdim. Türkçe'ye çok güzel bir şekilde çevrilmiş olan Wild/Yaban bir kadın hikayesi. Bir kadının kendini buluş hikayesi. Bu kadın tüm film boyunca “yaşam”ı temsil ediyor aslında, hareket halinde sürekli, bu hareket seks de olabiliyor, yolculuk da, bu anlamda karakterin “nefes alış verişi”nin filmde büyük yeri var.
Wild/Yaban, Wild: From Lost to Found on the Pacific Crest Trail adlı bir romandan uyarlama bir yapım. Kitabın yazarı kendi yaşanmışlıklarını, anılarını anlatmış, yani gerçek yaşam öyküsü, Reese Witherspoon’un büyük başarıyla canlandırdığı Cheryl Strayed diye bir kadın var gerçekten, ama ne kadın!
Kişisel gelişim malumunuz pek moda günümüzde, ülkemizde de pek tüketilir oldu kitapları ve benzeri ürünleri. Wild da gerçek bir kişisel gelişim hikayesi aslında. İnsan psikolojisi, geçmişinin insanı ne kadar etkilediği ve insanın kendini bulması, kendine güvenmesi için ne “yol”lardan geçmesi, ne yollarda “kaybolması” gerektiğini anlatan, nefis bir film karşımızdaki. Nefis bir film diyorum çünkü senaryo müthiş zeki bir şekilde kitaptan uyarlanmış (ne de olsa roman yazarı Nick Hornby senaryolaştırmış), yönetim tercihleri müthiş (Matthew McConaughey ve Jared Leto’yu Oscar’a taşıyan yönemen Jean-Marc Vallee), mekanlar müthiş, müzikler cuk oturmuş, karakterin iç sesinin kullanımı, seslerin üstüste binişi gibi detaylar müthiş, oyunculuklar müthiş; bir belgesel izlermiş gibi inanarak gideceksiniz Strayed’i canlandıran Witherspoon’un peşinden. Sarışın, güzel kadın klişesinden kurtulması adına da Witherspoon için büyük bir fırsat olmuş bu film, bu performansla Oscar’da en iyi kadın oyuncu adayı olması da şaşırtıcı değil dolayısıyla.
Alkolik ve şiddet uygulayan bir babanın, hiçbirşey yokmuş gibi güçlü duran bir annenin iki çocuğundan biri Cheryl. Anne iki çocuğu hep sevgiyle, neşeyle, umutla yetiştiriyor, ama annenin sürekli güçlü ve mutlu olma çabası da, babanın çocukluğunda açtığı yaralar da iyi gelmiyor Cheryl’e. Üzerine annenin kanser oluşu eklenince, adeta bırakıveriyor kendini Cheryl. Kendine güveni ve saygısı olmayan, seksle, uyuşturucuyla kendini tüketen, kayıp bir insana dönüşüveriyor. Onu çok seven bir dostu ve bir kocası var halbuki ilerleyen yaşlarında, ama o herkesi hiçe sayıyor, kendine saygısını ve inancını kaybettikçe kaybediyor. Sonunda kocasıyla ayrılıyorlar. Cheryl elinde güzel olan ne varsa kaybettiğini yavaş yavaş anlamaya başlıyor ve kendimi bulmalıyım, zorlamalıyım diyerek 1750 kilometrelik Pasifik yoluna çıkmaya karar veriyor. Biz Cheryl’le bu yolun içinde tanışıyoruz zaten, geri dönüşlerle esas hikayeyi kavrıyoruz.
Yolda karşısına çıkan insanlarla olan diyaloglarında kendisine ne kadar güvenmediğini hissettiğimiz cümleler kuruyor sürekli Cheryl. Yaptığı onca başarıyı hiçe sayıyor, bir türlü yetemiyor kendine, ne yapsa, yetersiz, eksik zannediyor. Örneğin gözünde büyüttüğü başka bir “uzun yürüyüşçü”, bir noktadan sonra bırakmış, kendisi çok daha fazla yol gitmiş, sürekli kendisini ne kadar azımsadığıyla yüzleşiyor Cheryl.
Filmdeki belirsizlikler ve bazı soruların cevapsız bırakılışı konuya başka bir atmosfer katıyor doğrusu. Bazı “özlü sözler”in perdede havada uçuşması gibi detaylar kurgusal açıdan da filmi çok “biricik” kılan tercihler…Haftanın en başarılı filmi bana göre…
twitter.com/blossomel