Çanakkale Savaşı filmleri için yolun başı...
Yazar: Murat Tolga ŞenVizyon başlangıcı kabul ettiğimiz Eylül'den bu yana kaç Çanakkale filmi izledik? Çanakkale Çocukları, Çanakkale 1915... Bunların yanında yine o ruh halinde başka filmler, örneğin Taş Mektep ve daha çok bir ‘tür sineması' örneği sayılabilecek Eve Dönüş: Sarıkamış 1915...
Eve Dönüş: Sarıkamış 1915, etkileyici bir hikâyeye ve derli toplu anlatıma sahip, bir dönem filmi için çok gerekli olan başarılı bir sanat ve görüntü yönetmenliğiyle ilgiyi hak eden bir yapım, diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hepsi de cahil cesaretiyle yola çıkılmış, senaryodan itibaren hatalı ve zayıf projeler. Paran yoksa savaş filmi çekmeyeceksin, Photoshop marifetiyle havalı bir afiş yaptırıp seyircinin ‘milli' duygularını sömürmeyeceksin.
Bu ‘kötü' örnekler yüzünden eleştirmen ve seyircide bir "Çanakkale filmleri alerjisi" oluştuğundan bahsetmek bile mümkün. Neyse ki, Eve Dönüş'ün hemen ardından gösterime giren Çanakkale Yolun Sonu bu algıyı kırabilecek kadar iyi bir film.
Çünkü bu kez kameranın arkasında gerçek sinemacılar var. Laleli'de Bir Azize ve Gemide filmlerini yazan, Gemide, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar ve Barda gibi iyi filmleri yöneten sonrasında televizyon macerası yüzünden sinemadan uzak kalan Serdar Akar, Kemal Uzun'la birlikte filmin yönetmenliğini yapıyor. Bu en azından ortalama bir film göreceğimizin garantisi sayılabilirdi ama Çanakkale Yolun Sonu, beklentiden daha fazlası olmayı başarıyor.
Film Çanakkale Savaşı'nın İnkılap Tarihi kitaplarından itibaren ezberlemekten bıktığımız hikayesini bir kez daha göstermek yerine daha küçük bir öykü ve Çanakkale'deki on binlerce asker yerine özdeşleşebileceğimiz bir karakter olan "keskin nişancı Muhsin" gibi bir kahraman yaratımıyla yola çıkıyor. Dar bir odaktan bakarak geniş çerçeveye ulaşmak... Daha önce Fetih 1453'ün de denediği işe yarayan bir Hollywood formülü.
Çanakkale'de düşman rütbelilerini avlayarak nam salan ve sığınacak yer bulamayınca gölgesine saklanan Onbaşı Muhsin çok orijinal bir karakter değil, gerçekte yaşamış mı yoksa kurgu mu bilmiyorum ancak Kapıdaki Düşman (Enemy at the Gates)'in Vassili Zaitsev (Jude Law)'i ile Er Ryan'ı Kurtarmak (Saving Private Ryan)'ın keskin nişancısı Jackson (Barry Pepper)'dan ilhamlandığı ortada. Bizim de bir Enemy at the Gates'imiz olsun denmiş ve fena da olmamış.
Muhsin rolündeki Gürkan Uygun hikayenin inandırıcılığına en çok etki yapan isim. Ömrünü Kurtlar Vadisi'nde tüketmiş bu yetenekli aktör umarım bundan sonra hep sinema yapar çünkü Muhsin karakterine her şeyiyle yüklenerek oynuyor. Beden dili, boyu, posu, şivesiyle rolüne tam olarak girmiş bir şekilde ve filmin başarısında en büyük pay ona ait olacak. Berrak Tüzünataç'da şaşırtıcı derecede iyi oynuyor, düzgün yazılmış replikler olduğunda Umut Kurt'ta öyle ama genç aktörün rolüne pek ısınamadığını da hissediyor seyreden. Müsamere ya da oratoryo tadındaki kahramanlık filmlerinden fırlamışçasına arz-ı endam eden Mahir Günşiray filmin en çok sırıtan oyuncusu.
Hikayeye Osmanlı saflarında savaşan "Yorgo oğlu Kostas" (İnanç Koçak) gibi olumlu bir karakter koymak yerinde olmuş, hep okurdum Çanakkale'de savaşana gayri Müslim Osmanlı vatandaşlarının hikayesini... Bu karakterin "Ölürsem beni Türklerle birlikte gömün, Hristiyanım diye ayırmayın sakın"! repliği filmin en güzel anlarından biri... Bu arada Çanakkale Yolun Sonu Anzaklarla da empati kurmayı başarıyor ancak bunu bazı yapımlarda olduğu gibi (Tolga Örnek'in Gelibolu'su) günah çıkarmaya dönüştürmüyor. Hatta Freddy Mercury'e benzeyen bir düşman generali olan Steward (Stephan Chance) filmin mutlak kötüsü olarak işaretlenmiş durumda... Bu karakterin abartılı yorumuna bayıldım.
Filmin olmayan bir tarafı yok mu, elbette var. Berrak Tüzünataç'ın oynadığı Behice hemşirenin en ama en yeni formüllü ultra deterjanla yıkanmış gibi duran ve hiç kirlenmeyen üniforması gibi... Diğer hemşirelerin ve bir sürü askerin de giysileri yine pırıl pırıl. Sektöre acilen "dönem filmleri kostüm kirletme ve eskitme departmanı" kurulmalı çünkü hep buradan kırıyoruz notları.
Kurguda da bir miktar sıkıntılar mevcut, sanki çekilip de filme konmamış sahneler var (mutlaka vardır) ve bunların eksikliğini filmi izlerken hissetmek mümkün. Serkan Genç'in oynadığı "makineli tüfekle düşman karargâhını dağıtan asker" karakteri gibi... Filmin son 20 dakikasına kadar ortalarda görünmeyen bu karakter birden bir mezar başında ortaya çıkıyor ve epey de önemli hale geliyor. Meğer Muhsin'in yoldaşı diğer keskin nişancı Şeref (Serdal Genç)'in kardeşiymiş ama seyircinin bu bağlantıyı kurması imkânsız... Ben de Serdal Genç'i arayarak öğrendim işin doğrusunu... Neyse ki Serkan Genç'in doğuştan gelen sevimliliği ve oyunculuk kabiliyetleri sayesinde "bunun ne işi var burada" demiyoruz.
Kendi sinemamızda örneğini görmediğimiz kadar başarılı bir final çatışmasının ardından filmin pat diye bitmesi de ilginç. Açıkçası seyirciye bu kadar büyük bir katarsis yaşattıktan sonra bir miktar daha devam etmesi gerekiyordu filmin.
Her şeye rağmen, Çanakkale Yolun Sonu bu vizyonda izlediğimiz en iyi tarihi kahramanlık hikâyesi... İzleyenlerin filmi mutlaka beğeneceklerini düşünüyorum. Bizim kadar çok da takılmayacaklardır bazı olmamışlıklara...Yazarın acıklı notu: Basın gösterimi yapılmayan filmi görmek için bilet alıp seyirci oldum. Bir AVM sinemasında film izlemek istemediğim için Karamürsel Belediye sinemasının 13:00 seansına gittim ancak "bir kişi için film oynatamayız" cevabıyla iki kat daha fazla yolculuk yaparak İzmit'e gittim ve Dolphin AVM sinemalarında filmi izleyebildim. Sinemaya gitmeyenlere ve bir kişi için film göstermeyenlere teşekkürler! Sahi, Emek sineması neden kapanmıştı?
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com