Medellin’in Reyizi Escobar Beyazperde’de!
Yazar: Atlantisten Gelen AdamDoksanlı yılların sonuna doğru dünyanın dört bir yanından kavimlerden müteşekkil dev bir arkadaş grubuyla o trenden bu trene, şu vapurdan bu vapura atladığımız bir Avrupa seyahatinde, güzelliklerini anlatmak için kelimelerin kifayetsiz kalacağı iki Kolombiyalı kız, yaşam serüvenimde ilk o ismi duymama sebep olmuştu: Pablo Escobar!
Polisin rutin kontrollerini yaptıkları bir kimlik taramasında koca tren ahalisi olarak bu iki sevimli yaratığın tabiyetleri yüzünden uzunca bir vakit sorguya çekilmesine ibretle şahit olmuş ve Türkiyeli olmaktan daha beterleri de varmış diye, biz Türk arkadaşlar kendi aramızda sevinmiştik!
Escobar’ın hemşerisiydi o zeytin gözlü kızlar; efsanevi Medellin yöresinin güzelliğiyle ve dünya kokain arzının başkenti olmasıyla maruf o cehennemvari şehir, yirmi beş senelik bir zaman zarfı içerisisinde bir turizm eyaletine dönüşürken dış dünyada hala eskinin korkutucu imgeleriyle algılanıyordu: Pablo Escobar’ın memleketi... İşte şimdi de dünyanın en meşhur torbacısının hayatını konu edinen bir filmle karşı karşıyayız: Kayıp Cennet.
Filmde Escobar’ın yükselişine atfedilen varoş halkları leyhine yapılan hayır işleri, kara para aklama, halk dalkavukluğu, polisin satın alınması gibi metaforlar, anlatıma olumlu olarak yansırken, ABD’nin uyuşturucu pazarına dahil olması ve mafya-devlet-hükümet ilişkilerine dair vurgular filmin tolere edilebilir eksikli yanlarını oluşturuyor.
Yönetmen Andrea Di Stefano, senaryo yazımını ve yönetmenliğini üstlendiği filmde Medellin’in Medellin olduğu zamanlara ışık tutarken, Pablo’nun ailevi bağlarına, acımasızlığına, zenginliğine ve halk nezdindeki idollüğüne başarılı vurgular yapıyor. Filmin sinemasal anlatımında kanımca en büyük kazanımını da girdiği rolleri adeta yaşayan Porto Ricolu delişmen oyuncu Benicio Del Toroo sayesinde ete kemiğe büründürüyor; bu adamla film yapmak hakikaten de artı üç puanı avans olarak yönetmenin cebine koyuyor. Del Toro’nun varlığı, yeraldığı her filmin kalite standartlarının yükseltilmesi bağlamında joker bir katkı sunuyor. Gelgelelim Kanadalı uçkur düşkünü Nick rolünde izlediğimiz muşmula ifadesiyle beyazperde’de arz-ı endam eyleyen Josh Hutcherson için aynı hissiyatları dile getiremeyeceğim!
Josh, Açlık Oyunları’nda elma yanaklı Jennifer Lawrence’un ruh eşi olarak “atandığında” da hem kitabı okuyanlar hem de filmi ilk defa izleyenler tarafından yadırganmıştı; hayır hayır, biz muhafazakar sinema izleyicisi Josh’a majör rolleri yakıştıramıyoruz, üzgünüz.
Kayıp Cennet’te de Hutcherson, ne flörtöz Kanadalı bohem rolüne ne de Escobar’ı alt eden maceraperest batılı şablonuna da tam oturmuyor, olmuyor, oldurulamıyor. Ama Andrea Di Stefano’nun umurunda mı; onun elinde çok iyi sinematografi kartları var: cabbar bir aktör olan Benicio Del Toro ve Latinlere has destansı doğal güzelliğiyle Escobar’ın alımlı ve masum yeğeni Maria’yı başarıyla canlandıran İspanyol aktrist Claudia Traisac ...
Haftanın heyecanlı ve lezzetli filmlerinden Kayıp Cennet, bir uyuşturucu baronunun hangi saiklerle dünyanın en zengin dokuzunca insana dönüşebileceğinin süreçlerini başarıyla perdeye aktarıyor.
Twitter: @atlantisliadam