Hollywood, kapitalizm, kültür endüstrisi, tüketim toplumu gibi artık ağza sakız olmuş, herkesin hakkında birkaç eleştirel düşünceye sahip olduğu kavramların popüler sinema, edebiyat vb. platformlarda eleştirisi yahut taşlaması yapılırken, sanatçıların çoğunlukla tosladıkları bir duvar vardır. Bu duvar Hollywood konusunda ikircikli tavrını saklamayan Argo için de geçerlidir, ölümün bir eğlence unsuruna dönüşmesi üzerinden eleştirisini yapan neredeyse militan bir film olan Barton Fink için de. Bunun sebebiyse bir alıntıyla açılanabilecek kadar basittir: Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. Tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz. Bir nevi “ön kapıdır” aslında bu. Çünkü bir şekilde (örneğin Godard’ın çok önceleri keşfettiği üzere aslen tiyatroya ait yabancılaştırıcı efektler, oyunlar sinemaya adapte edilerek) bu engel aşıldığı takdirde ortaya başka bir sorun daha çıkar: “Bu izlediklerimiz sadece filmlerde olur”. Film o tüketim kültürünün bir parçası olmadığının altını çizmek için kendini o denli klasik anlatıdan soyutlar ki elimizde yalnızca anlamsız olaylar silsilesi kalır ve bu olayların gerçek-dışılığı saykotik aktörlerin, “aç gözlü” yapımcıların, hayaller peşinde melekler şehrine gelen ‘temiz’ insanların filmlere özgü bir abartı olarak anlaşılmasına sebebiyet verir. Başka bir deyişle, başlangıçta verilmek istenen ‘solcu’, gösteri toplumundan kaçmanın yollarını arayan film aslında veriliş biçiminden dolayı verilmek istenen o mesajı bizden saklar, tam da onun zıddına bizi ikna etmeye uğraşır (Scary Movie’de, Scream’de olan budur).