Yeni ve eski arasında muazzam bir köprü...
Yazar: Oktay Ege KozakGeç olsun da güç olmasın diyelim. Star Wars hayranları olarak 32 sene bekledik, ve sonunda baştan sona heyecanlandıran, nefes kesen, yaratıcı, yetenek dolu, ve her anlamıyla harikülade bir Star Wars filminin vizyona girmesine şahit oluyoruz. On sene önce biten, George Lucas’ın kontrolü altında yaratılan prequel üçlemesi, her ne kadar teknik olarak Star Wars havasını, teknolojisini, karakter arketiplerini seyirciye sunmuş olsa da yaratıcılık, hikaye, ve kinetik görsellikler bakımından sınıfta kalıyordu.
Ta kariyerinin başından beri yönetmenlikten pek haz almadığını itiraf etmiş olan Lucas, sıra prequel’lara geldiğinde belki de kendi prodüksiyon stüdyosu Lucasfilm’in imparatoru olarak yavan ve enerjisiz bir yönetim sunmak yerine, bu efsane serinin kontrölünü orjinal üçleme ile büyümüş yeni yeteneklere verseymiş daha hayat dolu bir üçleme çıkarabilirdi.
Disney, Lucasfılm’in bütün haklarını satın aldıktan sonra Lucas’ın 16 yıl önce vermiş olması gereken kararı veriyor, ve yeni jenerasyon sinemacılar/hayranların Star Wars mitolojisi ile neler yapabileceğini merakla beklenen Star Wars: Güç Uyanıyor ile gösteriyor. Bölüm VII, VIII, ve IX’dan oluşacak bu yeni üçleme, eğer yönetmen JJ Abrams’ın yarattığı süper başlangıcı takip ederse, Star Wars hayranlarına emin ellerde olduğumuzu temenni edebilirim.
‘Spoiler’ları bırakın, filmin genel hikayesi ve ana karakterleri hakkında bile olabildiğince detaya girmemeye çalışacağım. Abrams ve ekibi, Güç Uyanıyor’un görsel havasını betimleyen, ama hikayesini açıklamayan fragmanlarla internette her popüler kültüre bağlı sırrın hemen bozulduğu günümüzde mucizevi bir gizem yaratmayı başardılar. Vizyon tarihine bu kadar az vakit kalmışken yeni Lucasfilm’in saklamayı başardığı hikayeyi ve sürprizleri bozmak bana kalmamalı.
Hikaye bakımından Güç Uyanıyor, bir bakıma orjinal üçleme ve yeni üçleme arasında bir köprü görevi görüyor. Jurassic World gibi nostalji pornolarındaki ‘Sırf seyircinin ilk filmlerde sevdiği elementlere göndermede bulunarak parayı koparalım’ tarzı sinik bir yaklaşım yok Abrams’ın Star Wars’unda.
Evet, hikaye neredeyse adımı adımına ilk Star Wars filmi A New Hope’u takip ediyor: Bu sefer adı First Order olan yeni İmparatorluk bir droid’in içinde saklanmış olan önemli bilgilerin peşinden gidiyor, Luke Skywalker gibi unutulmuş bir çöl gezegeninde yaşayan mütevazi bir karakter Joseph Campbell’in ‘The Hero’s Journey’ şablonunu takip ederek Güç’le olan bağını keşvediyor, Han Solo tarzı bir karakter hikayeye bencil motivasyonlarla başlamasına rağmen evrende bir değişiklik yapabileceğinin farkına varıyor vs... Ve evet, eski Death Star’dan on kat büyük yeni bir Death Star bile var.
Fakat J.J. Abrams’ın eskiye saygıda bulunarak efsaneyi yeni karakterlere aktarmasında yakaladığı 50/50 oranındaki nostalji/yenilik dengesi, prequel’lardaki safi ‘fan servisi’nin ötesinde taze bir enerji yakalıyor. Yeni karakterler eski karakterleri andırıyor olabilir, fakat aynı zamanda kendilerine özgün özelliklere sahipler. Diğer yandan eski karakterlere konuk oyuncu muammelesi yapılması yerine onların da hikayeleri devam ediyor, bu karakterlere yeni motivasyonlar ve maceralar ekleniyor. Mesela Han Solo’nun (Harrison Ford) filmde sadece beş dakika görüneceğini tahmin eden hayranlar, bu ikonik karakterin Güç Uyanıyor’un hikayesi için ne kadar önemli olduğuna bayağı sevinecekler kanımca.
Sıra fragmanlar çıkmaya başladığından beri hayranlardan yükselen ‘Luke nerede?’ sorusuna geldiğinde ise, her Star Wars filmini başlatan yazının ilk cümlesinde cevabımızı alıyoruz zaten. Abrams ve senaryo yardımcıları Lawrence Kasdan ile Michael Arndt, her ne kadar hayranları mutlu etmeye çalışsalar da, cesur ve tartışma yaratacak seçimlerden çekinmiyorlar, bu sayede hikayenin gidişatını tahmin etmek iyice zorlaşıyor. Bu seçimlerden biri, bu filmlerle büyümüş biri olarak beni o kadar şoke etti ki, duygularımla başbaşa kalabilmek için projeksiyoniste filmi yarım saat durdurmasını istemek geldi içimden.
Sıra teknik tarafa geldiğinde, oyuncuları yeşil perde önünü koyup her sahneyi banal uzun çekimlerle yaratan prequel’lara kıyasla bariz bir görsel yaratıcılık dopingi var Güç Uyanıyor’da. Gerçek mekanlar ve CGI elementler arasında muazzam bir bileşim yaratılmış. Savaş sahneleri boyunca karakerlerin uzun planlarla gerçek mekanlarda koşturmasını izlemek orjinal üçlemenin cazibesini yeniden yakalattırıyor. Pratik kuklalar ve CGI animasyonu bir araya getirerek yaratılan yaratıklar ise prequel’lara kıyasla daha gerçekçi bir havaya sahip.
Abrams, ekibin belki de aylarca üzerinde çalıştığı bazı yaratıkları arka planlara sokuşturup iki saniyede geçen çekimlerde kullanıyor, bu sayede orjinal üçlemenin yarattığı detaya saygı, burada da yakalanıyor. Tahminim o ki, hayranlar filmi tekrar tekrar izlerken bir sürü yeni detaylar keşvedecek. Ha, ayrıca Abrams hakkında dalga geçilen ‘lens flare’ efekti hemen hemen hiç yok filmde, bu konuda rahat bir nefes alabiliriz.
Güç Uyanıyor ile yeni ve eski arasındaki köprü muazzam bir biçimde yaratılıyor. Artık bundan sonraki filmlerin görevi, bu köprüden geçerek Star Wars efsanesini hem hikaye içinde, hem de gerçek dünyada, yeni jenerasyonlara aktarmak.