Tehlike anında ne yapıyorsunuz?
Yazar: Oktay Ege Kozakİdeal olarak tehlikeli durumlarda her zaman sevdiklerimizi ve ailemizi korumak için herşeyi yapacağımıza, en basitinden onları korumak için kendi yaşamımızı feda edeceğimize yürekten inanırız hepimiz. Fakat gerçekten yaşam tehlikesi içeren bir durum kendini gösterdiğinde bir salise içinde vücudumuzu sarıp sarmalayan adrenalin etkisi ile ne yapacağımızı o an gelmeden gerçekten bilebilir miyiz? Eğer bu denli tehlikeli bir durumda korkaklığımızı ve bilinçaltımızdaki olası bencilliği gösterirsek ailemiz bu andan sonra bizimle gönül rahatlığıyla yaşabilir mi? Peki biz kendimizle yaşayabilir miyiz?
Son birkaç filmi ile İskandinavya sinemasının dikkat çeken isimlerinden biri olan İsveçli yazar/yönetmen Ruben Ostlund’un ince ve içten aile dinamiği incelemesi Turist, gayet basit bir konu teklifi ile açılıyor: Fransız Alplerine kayak tatiline giden bir aile, tatilin ikinci gününde açık havada öğle yemeği yerken kocaman bir çığın restorana doğru tam hız indiğini görürler. Çığ tam restorana vuracakken ailenin annesi Ebba (Lisa Loven Kongsli) iki çocuğunu korurken baba Tomas (Johannes Kuhnke) bencilce olay yerinden kaçar. Olaydan otuz saniye sonra ölümcül görünen çığın aslında kontrollü bir patlama olduğu ve ortada bir tehlike olmadığı ortaya çıkar, fakat Tomas’ın an içindeki seçimi tatilin geri kalanı boyunca aile dinamiğini trajik boyutlarda zorlayacaktır.
Ostlund, bu konu teklifinden sonra filmini melodramatik anlarla doldurup, Tomas’ı hikayenin bencil kötü adamı, Ebba’yı ise kusursuz ve özgecil anne arketipine dönüştürebilirdi. Fakat hikayeyi küçük ve kişisel bir yaklaşımla aktarmak yerine Ostlund, bu spesifik karakterleri kullanarak ataerkil aile dinamizminin artılarını ve eksilerini evrensel bir dille inceliyor. Seyircinin Tomas’ı yaptığı korkak seçim yüzünden eleştirmesi kolay, ve bir bakıma Tomas hor görülmeyi hakeden bir karakter. Diğer yandan Tomas’ın bir aile babası, daha da önemlisi bir erkek olmasının o andan sonra onu küçük görmemiz ile önemli bir bağlantısı var mı?
Genel toplum tarafından ailenin korkusuz koruyucusu olması beklenen bu baba figürünün anlık bir karar yüzünden bu rölü yerine getirememesinden sonra tatilin neredeyse geri kalanı boyunca yaptığı bariz seçimi reddetmesine şaşırır mı hiçbirimiz? Ebba, olaydan hemen sonra Tomas’la yüzleşmek yerine arkadaşları ile akşam yemeği yerken olayı espritüel bir biçimde anlatıyor, ancak Tomas kaçtığını reddedince eğlenceli olması gereken bu sosyal durum rahatsız edici bir ton alıyor.
Ancak olayın video kaydını gösterdiğinde Tomas sonunda yaptığını kabul etmek zorunda kalıyor, her ne kadar seyirci olarak çığ olayı bittikten hemen sonra ne yaptığının farkında olduğunu ve utandığını bilmemize rağmen. İşte bu noktadan sonra bir ailenin en önemli yapılarından biri olan güven çökünce bu güveni tekrar inşa etmenin zorluğu ile başbaşa kalıyoruz.
Oslund, özgelerini yakından ve duygulu bir görsel yaklaşım ile elden geçirmek yerine neredeyse canlı numuneleri uzaktan inceleyen bir sosyal profesör gibi davranıyor. Filmin çoğunluğu uzaktan tek plan uzun çekimler ile oluşuyor ve hemen hemen hiç yakın çekim bulunmuyor. Bu sayede Ostlund, görsel olarak hikayeye daha evrensel ve ideolojik bir hava aşılarken fimin muazzam ve içten performansları ile bu denli klinik bir teknik yaklaşımın yaratabileceği duygusal açıklığın arasını kapatmayı başarıyor.
Tahminimce evli veya uzun süreli ilişkili aileler için Turist gayet zor ve derin tartışmalar yaratacaktır. Fakat bir bakıma gerçekten ustaca elden geçirilmiş sinemanın amacı alışık olduğumuz dünyanın altında biriken meseleleri öne çıkarmak ve onlarla başbaşa gelmemizi sağlamak değil midir?