Bu film muhteşemdir... Neyin ne olacağı, ne zaman olacağı bu kadar belli iken; kimin ölüp kimin sağ kalacağı göz önünde iken: gökyüzü bile bunlardan haberdarken ve hiç spoilera gerek duyulmazken her şey ayan beyan ortadayken bir filmin bu kadar güzel olabileceği aklımın köşesinden geçmezdi. Sanırım Türk Sinema Tarihinde izlemiş olduğum bütün filmler arasında ilk sıralarda bir yerde-belki de ilkinde- kendine yer bulacaktır. Bir klasik değildi belki, serim düğüm ve çözüm kısımları çok geçişkendi, anlatım ve anlatıcı her şeyi öyle iyi göz önüne seriyor ki diğer hiçbir şeye gerek duyulmuyordu sanki. Bu film bir dönemi ele alarak çekilmiş, izlerken kendimi bir an için o yıllardaymış gibi hissettim. Bu histe oyuncuların etkisini yadsıyamam. Ve fakat bile bile ladesi bu kadar güzel kılan şey de neyin nesiydi? Kimin şiirinin beğenileceği bu kadar ortadayken, geleceğe dair bir umut yokken, her şeyin iyiye gideceğine dair bu his de neyin nesiydi? Ölüm kol geziyordu filmde, sanki bir sonraki sahnede okunacaktı selalar ama o zaman filmde yaşamı bu kadar güzel kılan şey ne neyin nesiydi? İnsanların filme dair bakış açısı nedir bilmiyorum ama filmi izledikten sonra dediğim şey şu oldu 'ben bu filmi neden sinemada izlememişim' keşke farkındalığım eskiden şimdi olduğu gibi olsaymış, o zaman hiç kaçırmazdım bu filmi. Oyunculuklara hiç mi hiç değinmek istemiyorum zaten filmi izleyen biri kimin ne yaptığını görecektir. Tebrikler Yılmaz Erdoğan, tebrikler Kıvanç Tatlıtuğ, tebrikler Mert Fırat...