Dracula'nın suyunun suyu...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluReklamcılık sektöründeki işleriyle tanınan Macahel Prodüksiyon'un sinemada yapımcılığını üstlendiği ilk film olan Laz Vampir : Tirakula, 2012'nin son yerli komedilerinden biri olarak bu hafta vizyona giriyor. Proje ve öyküsü Metin Koç'a ait görünen filmin yönetmen koltuğunda yine Koç ve pek çok filmde görüntü yönetmeni sıfatıyla yer alan Ulaş Zeybek oturuyor. Her ikisi de seyircinin tarzını çok da bilmediği, sinema camiasının da uzaktan aşina olduğu isimler.
Geriye dönüp baktığımızda son on yıla damgasını vuran vampir-zombi alt türünün sadece sinemaya ya da televizyona değil, eğlence sektörünün her alanına damgasını vurduğunu düşününce, bu konunun beyazperdede ciddi dramlardan sulu komedilere uzanan bir çizgide hunharca kullanıldığını ve neredeyse tüketildiğini söyleyebiliriz. Hatta yurdumuz topraklarından çıkarak, Karadeniz parodisiyle, Osmanlı tarihinde gerçekten yer alan Eflak-Boğdan hükümdarı Vlad Tepeş'in öyküsünü harmanlayan Laz Vampir : Tirakula ‘nın vampir alt türünün dibine vurduğunu da rahatlıkla ifade edebiliriz. Dibe vurduktan sonra artık buradan geriye ne çıkar, orasını zaman gösterir ama maalesef yine iyi işlenebilecek bir fikrin ucuz prodüksiyon hevesleriyle harcandığı bir yapım var karşımızda.
Film, bir falcıda ‘bakla okuma' sahnesiyle açılıp, Osmanlı tarihine geri gidiyor ve Tayyar Özkan'ın nefis çizgileriyle seyirciye Vlad Tepeş'in Fatih Sultan Mehmet ile olan öyküsünü, dahası nasıl Drakula'ya dönüştüğünü ve öldürüldüğünü anlatıyor. Gerçekten yerli sinemamız için değerli sekanslar olan bu çizgi roman tadındaki bölümden sonra, hikaye tekrar günümüzde akmaya başlıyor ve 1476 yılındaki öykü, ‘bir şekilde' (!) 2012'de İstanbul'da yaşayan Rizeli Dursun'a, onun babasına ve peşine düşen beşik kertmesi Emine'ye bağlanıyor.
Vlad Tepeş'in yani Drakula'nın ruhu, 536 yıl sonra dirilen Koçoğlu onu bulmasın diye kendi bedenini bırakıp, vampir eşi Elizabeth'e aşık olan saf Dursun'un bedenine giriyor; tek amacı da kan kardeşi II. Mehmet'in hançerini bulup, kabzasında saklı duran kanı içmek ve dünyaya vampirlerin hükmetmesini sağlamak. (Bu fikre nerden kapıldıysa artık?!).
Yani hırslı bir vampir kraliçesi, bir adet gey vampir, iki adet görev icabı İstanbul yollarına düşmüş genç -ve beceriksiz- vampir dünyayı ele geçirmeye çalışan kötüler cephesini oluştururken, öte yanda II. Mehmet'in fedaisi yeniçeri Koçoğlu, Emine'nin kuzeni kentli Mine ve Emine iyiler cephesini temsil ediyorlar. Ortada bir de, ruhunu Drakula'ya tamamen teslim etmediği için kafası sürekli kısa devre yapan taksici Dursun var tabii. Şimdi bu çerçeveyi alın, içine bolca şive komedisinden medet uman espriler serpiştirin, birkaç ölçek bel altı küfür ilave edin, birkaç tutam sakarlık ve yanlış anlaşılma efekti de ekleyin işte size Laz Vampir, yanında da biraz Tirakula...
Bu tarz projelerde en çok acıdığım şey iyi bir fikrin harcanmasıysa, en çok üzüldüğüm nokta da iyi bildiğimiz oyuncuların bu projeler uğruna kendilerini heba etmeleri. Zira başroldeki Levent Sülün, pek çok tv dizisinde yer almış ve aslında tok ses tonuyla pek çok başarılı dublaj seslendirmesiyle aşina bir isim. Keza Yeniçeri Koçoğlu Alp Korkmaz genç ve önü açık bir oyuncuyken, Wilma Elles'in El Yazısı filminden sonra Çanakkale Çocukları'nda ve bu filmde neden oynadığını anlamak çok zor. Aslında sırf Elles için değil tüm kadro açısından cevabı hepimiz biliyoruz da, sinemayı 7. Sanat olarak görenler açısından o cevabı körü körüne kabullenmek zor olan. Uzun lafın kısası Laz Vampir Tirakula filmine 2012'nin Türkiye böğürtlenini takdim etmek işten bile değil.