Senaryosunu da kaleme almasının yanı sıra ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmini çeken Erdem Tepegöz'ün yönetmen koltuğunda da oturmakta olduğu "Zerre"; özellikle de geniş tanımlı işsizliğin...
101 yıllık Cumhuriyet tarihinde...
Bugüne kadar hiç görülmemiş bir rekor olarak...
Geniş tanımlı işsizlik oranının...
Hem de resmi TÜİK verilerine göre...
Düpedüz...
% 27.3'e vurduğu...
Yani neredeyse çalışabilir nüfusa kayıtlı üç kişiden birinin işsiz olup...
Gündüz saatlerinde...
Sokaklarında insanların elde...
***
Tarihsel olarak...
Amerika'nın keşfedilerek kuşatıldığı 15. yüzyıldan önce...
7. yüzyılda bilinmesi asla mümkün olmayan sigara ve bir "Yahudi" dini icadı olan tespih...
Aynen "avare kasnak" misali...
Aylak aylak ortalıklarda dolandıkları 2024 yılında izlenildiğinde...
Aklı başındaki herhangi birini hiç de şaşırtmayan, sıra dışı bir drama olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz...
Onun da ilk denemesi olmasına rağmen...
Casting direktörü Ufuk Tosun'un, Tepegöz'ün senaryosuna birebir uygun ve yerli TV dizilerinin yapmacıklığından ziyadesiyle uzak "doğal yapısıyla"; muhteşem bir oyuncu kadrosu oluşturduğu, 13 ödüllü bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
İstanbul'da...
Merdiven altındaki bir konfeksiyon atölyesinde çalışmakta...
Ve yokluklarla boğuşarak...
Yaşlı annesi (Rüçhan Çalışkur) ve hastalıklı kızı Gülçin (Dilay Demirok) ile birlikte yaşamakta olan Zeynep Sönmez (Jale Arıkan)...
Tam da dikiş makinesinin başında işini yapmaktayken...
Üstelik hak ettiği yevmiyesi de ödenmeden...
Kovulurcasına bir tarzda kapının önüne konulurken...
***
Eve giderken...
Hemşerileri olması muhtemel...
Remzi'nin (Remzi Pamukçu) garsonluk yaptığı restorana uğrayarak...
Her zamanki gibi...
Günlük menüden geriye kalanların arasından...
Sefer taslarına özenle doldurulmuş...
Kısmetlerine düşeni alarak yoluna devam eder...
***
Ve...
Vardığında da...
Zeynep'in belediyeye kapağı atmasını ısrarla dileyen...
Ama getirdiği yemekleri beğenmediğini açıkça ifade ederek söylenen annesi ve Gülçin ile beraber...
Kendi kuracağı sofraya otururlar...
***
Ertesi sabah...
Akşama dolu olarak geri almak üzere...
Remzi'ye teslim edeceği elindeki boş ve temiz sefer taslarıyla sokağa fırlayan Zeynep'in...
Oturdukları evin kirasını ödeyememesi nedeniyle...
***
Bir akşam...
Aniden dayanıp kapısını kıracağı...
Yurtdışı organ mafyası bağlantılı...
Evin sahibi Kudret (Ergün Kuyucu) ile başının...
Çok fena dertte olduğunun ayırdına varırız...
***
Ki...
İşsiz güçsüz bir biçimde...
Annesiyle beraber ürettikleri...
El işi bohçaları...
Genellikle de cenaze namazını eda eden cami cemaatine satmak gayretiyle...
Sokaklarda çaresizce dolanan Zeynep...
***
Bir ara kendini...
Geçerken uğradığı Ayşe'nin (Mesude Türkmen) büfesine atarak...
Ona da...
Annesinin hayalini kurduğu belediyeye girme işinden kısaca bahsedip...
***
Her ne kadar...
Pek mümkün görünmese de...
Araya bir adam koymak suretiyle...
İlgilenmesi ricasında bulunarak yoluna...
Daha da doğrusu...
Umarsızca iş aramaya devam eder...
***
Ki...
Artık bu gün boyu iş arama faslı...
Başı sıkıştığında burnu kanayan Zeynep açısından...
Günlük bir rutin halini almış bulunmaktayken...
***
Ayşe'nin uyarısıyla...
Tekirdağ'daki bir tekstil fabrikasında...
Haftalık 90 TL yevmiye ile bir iş bulmak da çok da gecikmez...
***
Böyle olunca da...
Kendisi mecburen...
Çalışacağı fabrikadaki...
Farelerin aralarında cirit attığı yer yataklarının bulunduğu koğuşlardan birinde...
Yatılı olarak kalacağı için...
Zeynep'in annesi ile kızına da akşamları...
Remzi göz kulak olacaktır...
***
Derken çok geçmez...
Ve bir sonraki sabah...
Diğer işçilerle birlikte bir otobüse doluşan Zeynep...
Dört saatlik bir yolculuk sonrasında...
Vardıklarında kendilerini vardiya sorumlusu Mümtaz (Cemal Baykal) ile onun da amiri olan (Sencer Sağdıç) birinin yönlendireceği...
Tekstil tesisine ulaşırlar da...
Dakika 37...
***
Fakat...
Barış Manço'nun
"Ters gitmeyi versin kişinin işi, muhallebi yerken kırılır dişi..." deyişini anımsatırcasına...
Talihi bir türlü yüzüne gülmeyen Zeynep'in başına gelenlerin anlatılmaya devam edildiği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; taşının ve toprağının altın olduğu zannedilen İstanbul'a kırdan kente göçün ve az gelişmişliğin kaçınılmaz bir tezahürü olarak, yoksulluktan bitap düşerek oradan oraya sürüklenen beden emekçisi bir kadın olmanın nereye kadar sürdürülebileceğinin ele alındığı...
43 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,