Erkeklik mi yoksa insanlık mı?
Yazar: Burçin AygünDünyanın hangi ülkesinde olursanız olun, askerlik öyle ya da böyle bir şekilde kutsal görülen görevlerden ya da mesleklerden bir tanesidir. Bazılarında sadece akılcı bir yaklaşımla “olması gereken” olarak bakılır kendisine, bazı memleketlerde ise “yurdu var eden” kutsallardan biri. Belki de her şeyde olması icap ettiği gibi, akıl kârı olan işin aslında ne olduğunu görmek, ona göre hareket etmektir. İnsan doğası gereği duygular, acı ve umutlar da bunun bir parçası haline gelir.
Durum böyle olunca, hayatın önemli ya da “bu da gelir geçe” kısımlarından biri olan askerlik, erkekler için sayısız açıdan mühim bir konuma yerleşiyor. Bizim ülkemizde olduğu gibi, daha çok erkeklerin görevi olarak görülen bu “var olma” durumu beraberinde sayısız hikaye getiriyor. Batıdan ya da doğudan, eğitimli kesimden ya da okumayı bile öğrenme şansı verilmemiş bölgelerden gelen erkekler tek bir amaç için bir arada, severek veya mecbur kalarak hayatının bir kısmını buna adarlar. Peki o hikayeler?
İncir Reçeli filmiyle adını duyuran, aldığı olumlu yorumlarla akılların bir köşesine girmeyi başaran yazar – yönetmen Aytaç Ağırlar bu kez farklı bir yola girmiş. İçinde belki hiç bilmek bile istemeyeceğimiz hikayelerin olduğu, bazısı için doğuş nedeni gibi görülen askerliğin insan tarafını anlatmayı tercih etmiş. Üstelik de işi sıradan, alışılageldik ağır milliyetçi söylemlerle sarıp sarmalanmış bir hediye paketi olarak değil, ortasında sadece insanın bulunduğu bir hikaye olarak görmüş. Projeyi vatan, millet, Sakarya’dan çok daha öteye götürmüş, askerin her şeyin başında insan olduğunu hatırlatmış.
Dünyadan bir haber, hayatın sillesini erkenden yemiş ve sudan çıkmış balık misali ne yapacağını bilmeden çırpınan hikayenin kahramanları, Doğu’da bir araya geliyor, görevini yapacağını zannederken çok farklı bir gerçekle karşı karşıya kalıyor. Yaşadığı ülkenin gerçek yüzünü görüyor, birlikte nefes alıp veren, farklı statü katmanlarından gelenler ile önlerinde yeni pencereler açılıyor. Yani yeniden doğuyorlar. Her şeyin büyük söylemlerde değil, ne olduğunu ve olduklarını kabullenmekte geçtiğini görüyorlar.
Yönetmen Ağırlar daha önce de yaptığı gibi elinden geldiği kadar merkeze insanı alırken, sıcak bir hikaye anlatmayı başarmış. Karakterlerin geçmişleri, neden böyle oldukları ve ilerde neye evrilmek istediklerini ince ince işleyerek seyircisine aktarmak için çaba sarf etmiş. Boş hamasi söylemlerden olduğunca uzakta, bir bölüğün tek bir amaçla değil, her bir nefese başka bir hikaye doldurmuş. 1996 – 97 senesinde yaşananlardan esinlenen isim, bağımsızsız serüvenini gerçeklerle birleşirmeyi tercih ediyor.
Kaan Yıldırım, Aykut Akdere, Hakan Kurtaş ve kenara mutlaka not edilmesi gereken M. Uğur Civaner’in oyunculukları, Ağırlar’ın yazdığı metnin de desteğiyle içi dolu halde. Yani samimi olma gayesindeki senaryonun perdeye fırlattığı, her gün benzerlerine denk geldiğimiz gerçek insanlara, doğru performanslar.
Bölük filmi diğer yanda istediği kadar büyük sözler söylemekten geri durmak istese de, işin doğası gereği midir bilinmez, bazen yüksek sesle konuşmayı tercih ediyor. İzleyiciyi elinde tutmak için kameraya alındığı belli, hafiften abartıya kaçan duygusal bocalamalar, bazı karakterlerin arka planda bırakılması ve geneli başarılı olan müziklerin (Cem Karaca’ya selam olsun) hislere oynamak adına coşkun alanlarda gezinmesi de göze batıyor.
Bu samimi yapım her şeyden önce şunu soruyor: Erkek olmak mı mühim, yoksa insan da olabilmek mi?
burcinaygun@gmail.com