Kafası çok karışık toplumsal bir gerilim denemesi
Yazar: Murat Tolga ŞenGeçtiğimiz yıllarda benim için en acıklı hadise, bir zamanların büyük sinemacılarının muhteşem geri dönüşlerinin büyük bir gürültüyle yıkılan binalar gibi faciaya dönüşmüş olmasıdır sanırım. Ay Büyürken Uyuyamam ile Şerif Gören, Umut Üzümleri ile Tunç Okan ...
Galiba sinema yapmak bisiklete binmek gibi bir şey değil, “yıllar geçse de unutulmuyor” derler ya hani… Yapanın ve izleyenin yıllar içindeki değişimini görmezden gelmek kötü sonuçlanıyor.
Altın Koza’da izlediğim Yük, yukarıda saydıklarım arasında festival gösterimine en uygun filmdi. Minimal bir sinema anlayışına sahip, olabildiğince durağan, karakterler hakkında filmi izleyerek değil, festival kataloğunu okuyarak daha fazla şey öğrenebildiğiniz, ilginç bir deneme. Yanlış anlaşılmasın, film olma haliyle değil bu ilginçlik.
Yük bize cinayet işleyen, sonra bunu yaşı küçük kardeşinin üzerine atıp kaçan Cemal’in (Nadir Sarıbacak) ve öldürdüğü adamın kardeşi olan Cumali’nin (Tansu Biçer) gerilim yüklü hesaplaşmasını anlatıyor. Çatışmanın asıl kaderini belirleyen ise ölüm değil tutku… Cumali kan davası güdüp namus belasına adam öldürecek biri değil ama Cemal’in karısı Zeynep’le (Tülin Özen) yaşadıkları, onun geçmişindeki en tutkulu şey. Cumali’nin abisi, ortada Zeynep varken bu sürek avının bahanesi oluyor sadece…
Yıllar sonra madene taşınmış bir film izlemek aslında insanı heyecanlandırıyor. Kelebeğin Rüyası’nın ardından seyirci böyle düşünmeyebilir ancak ‘maden’ bu ülkenin önemli bir gerçeği ve bence birini öldüren ve öldüreni öldürmek içini onun izini süreni karşılaştırmak, hesaplaşmayı tamamlamak için müthiş bir set.
Erden Kıral usta bir sinemacı. Yük her anında bunu size hissettiriyor. Hikayenin tabanı çok sağlam, isteyen bu öyküyü alıp aynı sette ve mümkünse yine harika resimler yakalayan görüntü yönetmeni Feza Çaldıran’la çalışarak müthiş bir gerilim çekebilir ama Kıral burada bir tür festival teslimiyeti yaşamış gibi geldi bana… Yük, en azından bu hikayede, hatalı sonuçlar doğuran avangart seçimlere kurban edilmiş bir film. Çok iyi olabilecekken, olamamış.
Bağımsız sinemacılar gazetelerin cinayet haberleriyle dolu 3. sayfa hikayelerinden beslenmeyi seviyor. Türün zirvedeki temsilcisi bana göre Zeki Demirkubuz ama Erden Kıral’da bu madeni sürekli kazanlardan. Keşke bu hikayeleri bu kadar suskun bir sinema diliyle çekmeye, şiddeti bu kadar gömmeye kalkmasak... Yük en başından son karesine kadar sürekli bağırmak, çığlık atmak isteyen bir film ancak onu yaratan kişi buna izin vermiyor. İnsan izlerken ister istemez düşünüyor; Bu filmi Chan-wook Park çekse nasıl bir şey seyrederdik?
Yük bir yandan da yazdığım tüm olumsuzluklarına rağmen görülmesi gereken bir film ancak genel sinema seyircisi için bunaltıcı bir izleme deneyiminden ötesi değil. Gerçekten de izlerken bazen çok ağır bir "yük" taşımışsınız gibi hissettirebiliyor. Bağımsız sinemanın demirbaşlarına dönüşen Nadir Sarıbacak ve Tansu Biçer yine iyi oynuyorlar. Tülin Özen için de aynı şey söylenebilir ama senaryo onun karakterinin alanını çok daraltmış, öne çıkabileceği bir durum yok. Filmde en sevdiğim şey, başrol oyuncuları hariç, oynayan herkesin gerçekten madenci ve madenci yakını olmasıydı. Gitmeden önce bunu bilirseniz, izleyeceğiniz şeye daha insaflı davranabilirsiniz. İyi seyirler…
murattolga@gmail.com / twitter.com/murattolga