Senaryosunu, Chuck Palahniuk'un aynı isimli romanından (1996) uyarlayarak Jim Uhls'in yazdığı “Fight Club”, yönetmen koltuğunda David Fincher'ın oturduğu, 20. yüzyıl sinemasının "kült klasiklerinden" biri...
Vakti zamanında, vizyona girdiği yıl sinema salonunda izlediğimiz ve "2 Disc Collector Edition" olarak DVD arşivimize de eklediğimiz filmin, pırıl pırıl "repack" bir kopyası elimize geçince, hadi bir kez daha izleyelim ve izlemişken de yorumlayarak, insanları aslında ihtiyaç duymadıkları metaları, beyinlerini yıkayan reklamlar aracılığı ile tüketmeye ve bu gereksiz tüketimi gerçekleştirmek için de mutlu olmadıkları işler de sabahtan akşama kadar "modern köleler" biçiminde çalışarak, "kendine ve çevresine yabancılaşmaya" zorlayan kapitalist sistemin kıyasıya eleştirildiği bu film hakkındaki görüşlerimizi de paylaşalım istedik...
Abarttık mı?
Kesinlikle değil...
Hele bir de, geçtik mavi yakalıları, "patron" sınıfı ve üst düzey yöneticiler dışında kalanların yani sıradan seviyelerdeki beyaz yakalı ofis personellerinin ulaşabildikleri, düşük bütçeli her evde bulunan ve herkesin "pişti olduğu" bir seri üretim IKEA mobilya faslı var ki, tam da nokta atışı...
Hazırsanız gelin başlayalım...
Filmin isimsiz "Anlatıcısı / the Narrator" (Edward Norton) bizlerin öncelikle, Tyler Durden (Brad Pitt), Marla Singer (Helena Bonham Carter) ve testislerini aldırmış olan Robert 'Bob' Paulsen'dan (Meat Loaf) haberdar olmamızı sağlıyor...
Haberdar eder etmez de, hızlı bir geçişle geçmişe dönerek "kronik insomnia" rahatsızlığından mustarip olduğu için altı aydır uyuyamadığını ve artık her şeyi birbirine karıştırmaya başladığını itiraf ediyor...
Derken iş yerindeki müdürü Richard Chesler (Zach Grenier) kendisine, masa başı yerine her zamanki gibi yine bir şehir dışı bir görev vermiştir...
Uykusuzluğun verdiği acıyı dindirmek üzere doktorundan ilaç isteyen Anlatıcı ilaç yerine ondan, gerçek acının ne olduğunu anlaması için Salı akşamları, Metodist kilisesindeki testis kanserine yakalanmış insanların arasına katılması tavsiyesini alır...
Ve bizimki, "bir bakalım" diyerek gider de...
Gittiğinde de orada, birbirleriyle hikayelerini paylaşan mutsuz insanları görür...
Kendisi de "koca sığır" olarak tanımladığı, hüngür hüngür ağlayan Bob ile eşleşir...
Gerçi sadece Bob değil, Anlatıcı dışındaki hemen herkes birbirlerine sarılarak ağlamaktayken, Anlatıcı da göz yaşlarını serbest bırakarak onlara katılıverir birden...
Bu yöntem sayesinde artık tamamen rahatlamış ve bebekler gibi de uyumaya başlamış olması nedeniyle Anlatıcı, birdenbire kendini benzeri terapi gruplarının müdavimi haline gelmiş olarak bulur...
İşler tam da yoluna girdi derken, testis kanseri grubuna, kanser olmadığını tahmin ettiği Marla Singer adındaki (kendi ifadesiyle) bir "piliç"de katılınca, Anlatıcı'ya göre her şey sil baştan mahvolmuştur...
Zira ağzından sigarasını eksik etmeyen bu Marla'da kendisi gibi bütün terapi gruplarını turlamakta olup, bir anlamda kendi yalanları ile yüzleşmesine yol açmaktadır...
Böylelikle Anlatıcı yeniden, "ağlayamadığı ve uyuyamadığı" günlere geri dönmüştür...
Bu gelişme üzerine Rupert adını kullanan Anlatıcı Marla'ya, grupları aralarında bölüşmeyi teklif eder...
Ki böylelikle, en azından "iki sahtekar", birbirleriyle karşılaşmayacaklardır...
Marla'da bunu mantıklı bulunca, anlaşırlar ve birbirlerinin telefon numaralarını alarak ayrılırlar...
Büyük bir otomobil üretim şirketinde, "recall - geri çağırma" uzmanı olarak çalışan Anlatcı, kazaya karışan araçların durumunu tespit etmek ve ona göre bir yol haritası ortaya koymak üzere Amerika'nın dört bir tarafına uçmaktadır her gün...
Bu uçuşlarından birinde Anlatıcı'nın yolu, yanındaki koltukta oturmakta olan sabun satıcısı Tyler Durden ile kesişir...
Neyse...
Marka kıyafetlerinin bulunduğu çantasını yitirdiği bu son uçuşunun ardından, atladığı taksi ile orta sınıf burjuvaların yaşadığı Pearson Kulelerindeki evine gelir Anlatıcı...
Ancak o da ne?
Kafasını kaldırdığında, gaz birikmesi sonucunda oluşan büyük bir patlama ile darmadağın olan ve eşyaları da sokakta yerlere saçılan dairesindeki yangının devam etmekte olduğunu fark eder...
Zaten itfaiye ile polis, olay mahallinde harıl harıl çalışmaktadırlar...
Otele gitmek yerine Anlatıcı bir telefon kulübesinden, önce Marla'yı ardından da Tyler'ı arasa da ikisine de doğrudan ulaşamaz...
Fakat geceleri, "spoiler" olmasın diye açıklayamayacağımız sebeplerle, yarı zamanlı sinema makinistliği ve lüks oteller de garsonluk da yapan Tyler, hemen geri dönüş yaptığı için buluştukları barda, üç sürahi birayı beraberce mideye indiriverirler...
Dışarıya çıktıklarında da Tyler Anlatıcı'dan, kendisine sağlam bir yumruk atmasını ister...
Aynısını Tyler, Anlatıcı'ya yapar ve birbirlerini çok fena halde hırpalarlar...
Şimdi, Tyler'ın harabeyi andıran evine gitme işi vardır sırada...
Bu döküntü mekana bir ay içinde alışan Anlatıcı, Tyler ile yaptığı gece dövüşlerini de sürdürmektedir...
Öyle ki, neredeyse ikisinin de suratlarında çürümemiş herhangi bir yer bulunmamaktadır...
Hafta içi mecburen çalışan ikili, Cumartesi akşamları yalnız olmadıklarını da öğrendikleri sokak dövüşlerindedirler ve kendilerine katılanların sayısı da giderek çoğalmaktadır...
Çünkü kapitalist çürümenin tek mağduru sadece ikisi değildir...
Nihayet bizim asla değinmeyeceğimiz, Tyler'ın Dövüş Kulübünün kurallarını açıkladığı sahne de gelir ve çatar...
Yapılan bu dövüşler, mevcut sorunlardan hiç birini çözemese de, Lou'nun (Peter Iacangelo) tavernasının bodrumunda dövüşenlere, ibadet ederek rahatlatan bir terapi gibi gelmektedir...
Aradan tamı tamına sekiz hafta geçer ve Tyler'ın evinin duvarındaki telefon çalar...
Anlatıcı'yı arayan Marla'dır...
Dakika 48...
Geride, bomba gibi bir sürpriz finale de sahip olan 101 dakikalık bir bölüm daha mevcut...
Doğrusunu isterseniz yaklaşık 15 - 16 aydır bütün dünya, kapitalist üretim ve tüketim çarklarının durmaması adına benzer bir krizi yaygın bir şekilde Covid - 19 olarak bilinen SARS-CoV-2 virusu salgının da yaşıyor...
Eminiz bu konu da, çok kısa bir süre içinde Fincher gibi "klasik noir" ve "neo - noir" ögelerden fazlasıyla yararlanarak "doğrusal gitmeyen / non - linear" bir akış içinde filmlerini kurgulamayı seven ustaların çekerek beyaz perdeye aktaracakları senaryolar da kendilerine yer bulacaktır...
Fırsat bulup da bugüne kadar izlememiş olan sinemasever dostlara, Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter'ın döktürdükleri bu filmi hararetle öneriyoruz...
Keyifli seyirler,