Heyecan başladığı gibi gitse....
Yazar: Banu BozdemirTestere (Saw) serisinin iki, üç ve dördüncüsünde yönetmen olarak imzası bulunan Darren Lynn Bousman bu sayede haklı bir ün yakaladı ve Testere serisini zirveye taşıyan filmlere imza attı. Arkasından gelen Anneler Günü (Mother's Day) sıradan korkuyu en azından yönetim açısından iyi bir şekilde harmanlamayı başarabilmiş bir filmdi.Yönetmenin son filmi Şeytanın Ormanı (The Barrens ) senaryo üzerinde film ilerledikçe farklı detaylar ortaya çıkarırken ne yazık ki filmi anlatmak istediği atmosferin içine sokmayı başaramıyor. Filmimiz her zamanki tatil / vahşet filmleri havasında başlıyor. Arabalarıyla kamp yapmak üzere yollara düşmeye hazır çekirdek ailemiz, ergen kızın üvey anneye olan hoşgörüsüzlüğü, evin küçük erkek çocuğunun kaybolan köpekleri Oscar'a olan takıntısıyla ilgili bir giriş yapıyor mevzuya.Film başından itibaren yola savurduğu donelerle filme heyecan, gerilim katmaya çalışıyor aslında kısmen başarılı da oluyor ama toplu bir sonuç almaya bakınca nedense doyurucu bir atmosfer çıkmıyor ortaya. Richard Vineyard'ın çocukluğundan kalma anılara sahip kamp yerine ailesini götürürken aslında birçok hesaplaşmanın içinde olduğunu anlıyoruz. Babasının küllerini oradan savurmak ve çocukluk korkusuyla yüzleşmek bunlardan sadece ikisi. Ama efsane, inanç ya da takıntıları direkt vermek yerine insanın psikolojisinin uzantısı saymayı seçen, o yüzden gerçekle hayal, geçmişle bugün arasında gitgeller yaratmayı seçiyor.Bir efsane etrafında şekillenmesi gereken hikaye, hep ileri sarıyor ve dört yüz yıllık mevzunun çözümsüz kalıp, devam filminin geleceğini öğrenmemiz açıkçası pek bir şey ifade etmiyor. Efsanenin kaynağı bir kadın. 12 tane çocuk doğuran ve her çocuğunun farklı bir babası olan kadın bölge halkı tarafından tehdit edilir ve yalnız bırakılır. Eğer başka bir çocuk doğurursa kovulacak ve lanetlenecektir. Kadın 13. çocuğuna hamile kalır ve bunun bölgedeki erkeklerden değil şeytandan olduğunu itiraf eder ama kimse inanmaz ve kadın sürülür... Şeytanın çocuğu olarak nam salan ve istenmeyen çocuk olarak ilan edilen Jersey Şeytanı da insanoğlunun peşine düşer. Tabii bir de bölgedeki geyiklerin!Richard'ın değişen psikolojisi, herkese yönelttiği kontrolsüz öfkesi, gördüğü karabasanlar ve ortalıkta fazlaca dolaşan kamp bıçağı onu yaşanan kayıplar, ölümler vs. konusunda bir numaralı şüpheli konumuna getiriyor. Tabii ailenin önce herkesin kapladığı bir kamp alanına gelmesi beni biraz rahatlatmıştı, en azından tehlike bir tek ailenin başına musallat olmayacak diye ama sağolsun Bousman onları sakin bir kamp yeri için ormanın derinliklerine çekmekte sakınca görmedi.Aslında filmi izlerken Bousman'ın nasıl oldu da bu kadar amatör kuşatma altında kaldığını düşündüm durdum. Jersey Şeytanı dediğimiz şey genetiği bozulmuş dinozor gibi ortalarda dolaşıyor, daha iyi bir imaj bulamazlar mıydı şeytanın oğluna!Efsane 400 yıllık, herkes efsanenin yaşandığı topraklarda kampa gelmiş ama ilk defa bir kamp ateşi etrafında öğreniyorlar hikayeyi! Hem de yeni yetme bir çocuğun ağzından. Yani bu hem bilme hem de bilmeme durumu filmin tüm atmosferini etkiliyor ve sonucu kuduza kadar varan bir harman koyuyor önümüze. Bu yanlarının ilginç olduğunu söylemek mümkün ama filme yükselti katmayacak türden şeyler!Tabii jenerikten sonra tekrar filme dönüşlere alışkınız ama yönetmen burada bu dönüşü bir hayli uzun tutuyor, neredeyse altı dakika. Ergen ve üvey annesiyle annesini arasını o hengamede düzelten kızımız şeytanın çocuğu avına çıkıyor ve burada devam filminin müjdesini de veriyor film! Hem de gayet uzun bir biçimde!Şeytanın Ormanı bir yönetmenin ilk filmi havası taşıyan, Testere serisinin yönetmeninin sınırlarını daralttığı bir film olmuş. Şehir insanının doğanın, efsanelerin hezeyanıyla boğuşması, ilginçtir kaçmak yerine üstüne gitmesi ve belasını bulması... Hep aynı hikaye, Şeytanın Ormanı da aynen böyle işte!twitter.com/BanuBozdemir