hayatta kalma mucadelesi veren 27 yaşında bir kadının hayatını anlatıyor kadın başardı mı dersek bilemiyorum bence zaman kaybı yine izlemek isteyen izlesin beğenmedim
Bir Amerikan filmini izlemeye başlayınca artık büyük beklentilere girmiyorum artık. Zira o kadar klasikleşmiş, sıradanlaşmış şeyler yapmaya başladılar ki daha çok diğer ülke sinemalarına yönelmeye başladım. Ama bu film tüm önyargılarımı yıktı diyebilirim. Siyah-beyaz olmasına rağmen bu kadar renkli olabilir mi bir film? Filmi izledikten sonra sokağa çıkıp koşarak dans edesim geldi Frances gibi. Öyle de hoş etki bırakıyor. İzleyiniz.
Modern dünyanın içinde mutluluğu her daim elinde tutmaya çalışan, yalnızlığıyla yüzleşmek istemeyen 27 yaşında bir karakterin hayatına tanık olunuyor. Senaryonun sadeliği, baş rol oyuncusunun performansıyla birleşiyor ve nadiren karşılaşacağımız doğallıkta bir film ortaya çıkıyor.
Bahsettiği şeyler arasında en fazla öne çıkanı sanırım "27 yaş sendromu" diye tanımlayabileceğimiz, insanın temelde gençliğine (veya "küçüklüğüne" de diyebiliriz) duyduğu daimi özlem ve yaşının ilerliyor oluşunu inkar etme mekanizması ile birleşen önceki hayatını aynen devam ettirme isteği, fakat aynı zamanda bu kritik yaşların aslında bazı konularda (hatta genellikle hayati konularda) harekete geçmek için belki de son fırsat olduğunu içten içe bilmenin verdiği huzursuzluk hali. Bunun yanında Frances'in Sophie ile arkadaşlığı, ilk cümlede bahsettiğimiz nedenlerden ötürü arkadaşlıklarının arasına giren şeyler. Daha sonra yeni ev arkadaşları, yaşamak için para kazanmak amacından öteye gidemeyen, sıkıcı iş denemeleri. Sizden herhangi bir konuda yalnızca bir iki "tık" üstün olan insanların size acıyan gözler ile bakması. Toplumun işliyor gibi görünen ancak aslında büyük ölçüde "bireyselliğin" başarı veya başarısızlığına bağlı olan sistemi. Şehirde tek başına ayakta kalmaya çalışmak, hayallerinizdeki yol haritasından çok kısa sürede oldukça sapmış olduğunuzu fark ettiğiniz o anın hayal kırıklığı. Film boyunca tüm yaşananlar başlangıçtaki fikir ile örtüşüyor. Aslında bir düşününce bundan yaklaşık bir 50 yıl sonra, hatta o kadar ileriye gitmeye de gerek yok, 10-20 sonra geriye dönüp bakıldığında, 2000'ler ama özellikle de 2010'ların 20-30 veya 25-30 yaş arası genç yetişkin(!) insanının durumunu en iyi yansıtan filmlerden biri olarak kabul göreceğini düşünüyorum "Frances Ha"nın. En azından benim için öyle olacak. Soundtrack göz atmaya değer kesinlikle. Baumbach ve Gerwig gerçekten kaliteli bir iş çıkarmışlar. Siyah-beyazlık da şık durmuş.
Siyah beyaz bir filmde ana karakterin telefonunun iPhone melodisi ile çalması başlarda garip hissettirse de zamanla Baumbach’ın bu fantastik evrenine kolayca alışıyorsunuz. Daha önceki senaryo denemelerinde her seferinde birbirinden özgün işler çıkaran sinemacı, bu sefer de komedi dozu yüksek bir işe imza atıyor, üstelik eskiden yaptığı gibi yetişkinliğe adım atma meseleleri üzerinde durma tavrını koruyor. Gerçi filmin başarısında adı geçmesi gereken tek isim Baumbach değil. Frances’e hayat veren Greta Gerwig, kendine hayran bırakan performansının yanında filmin senaryosuna da el atmış bir isim.
Noah Baumbach'ın Woody Allen tarzını Jean-Luc Godard ile harmanladığı Fransız Yeni Akım sinemasına saygı duruşu niteliğindeki film için yılın en tatlı ve en sevimli filmlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Modern peri masalı hikayesi olmasının yanında mizah duygusundan ödün vermeyen filmin senaryosu gerçekten çok akıcı.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.