Hesabım
    Rüzgarın Oğlu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Rüzgarın Oğlu

    Irkçılık odaklı bir spor biyografisi...

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Rüzgarın Oğlu’nun orjinal ismi olan Race, hem ‘ırk’, hem de ‘yarış’ olarak tercüme edilebilecek iki değişik anlama sahip. İlk bakışta epik bir biyografik film için gayet basit bir isim gibi gelebilir, fakat konu 1930'lu yılların başında dünyanın en hızlı insanı olan efsanevi Afrikalı-Amerikalı atlet Jesse Owens’ın (Stephan James) her tür ırk bariyerini geçerek 1936 Berlin olimpiyatlarındaki başarısı olduğunda bu iki anlamlı isim gayet yerinde görünüyor.

    Filmin isminin ‘yarış’ tarafı tabi ki daha bariz, daha fiziksel bir anlama sahip. Film, 1933 yılında fakir bir siyahi aileden gelen Owens’ın atletik diploma ile Ohio State University’e gitmesi ile başlıyor. Okula başlamadan önce bile dünyanın en hızlı insanlarından biri olduğunu kanıtlayan Owens’ın, tutkulu ve sert koçu Larry Snyder’ın (Jason Sudeikis) yardımıyla olimpiyatta yarışma imkanı giderek yükselir. Filmin ‘yarış’ tarafı, her ne kadar spor biyografisi türüne bariz bir orjinallik getirmese de, koşmanın, dünyanın en hızlı insanlarından biri olmanın yarattığı zen odağı tutkulu diyaloglar ve ilginç görselliklerle aktarıyor.

    Owens’ın koşu başladığı anda dünyanın geri kalanının nasıl yok olduğunu, dünyevi problemlerin, ırk ve kültür farklılıkların geride kaldığını, o anda önemli olan tek şeyin koşmak olduğunu açıkladığı monolog, bütün yaşamını adadığı sporun onun için neden bu kadar önemli olduğunu Stephan James’in duygulu performansı ile etkileyici bir biçimde aktarıyor. Owens ve Snyder arasındaki sert ama sevgi dolu koç-atlet ilişkisi, James ve Sudeikis arasındaki kimya sayesinde filmin duygusal çekirdeğini yaratıyor.

    Filmin isminin ‘ırk’ anlamına geldiğimizde ise tahmin ettiğimizin ötesinde bir derinlik sunuyor hikaye. Tabii ki 1930'lu yıllarda açık bir ırk ayrımına sahip olan ABD’nin Owens’ın başarısına problemli bir biçimde tepki göstereceğini biliyoruz, ve film bu meseleyi bilindik bir biçimde aktarıyor. En son 42 gibi filmlerde aynı meselenin incelendiğini izlemiştik ve Rüzgarın Oğlu, bu bakımdan pek bir yenilik katmıyor ABD ırk meselesine.

    Fakat hikaye ABD Olimpiyat Kurulu’nun Hitler Almanyası’nın ırkçılığını protesto etmek için Berlin olimpiyatlarını boykot edip etmeyeceğine odaklandığında gayet ilginç bir çelişki oluşuyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan beş yıl önce Hitler’in ne kadar tehlikeli olduğunu bilen ABD’nin olimpiyatı boykot etmek istemesi mantıklı. Fakat diğer yandan açık ırkçılık yapan bir ülkenin ırkçılık yaptığı için başka bir ülkeyi boykot etmesi orjinal bir çelişki yaratıyor hikayede. Olimpiyat yetkilisi Avery Brundage (Jeremy Irons) Berlin’i ziyaret ederek Almanya’nın ırkçılığını eleştiriyor, fakat aynı zamanda kendi ülkesinin ırkçılığı ile yüzyüze gelmek zorunda kalıyor.

    Rüzgarın Oğlu, bir Jesse Owens biyografisi olmak yerine politik ve kültürel bakımdan önemli olan Berlin Olimpiyatı'na odaklanan bir spor filmi olsaymış daha oturaklı bir hikaye yapısına sahip olabilirmiş. Neredeyse iki buçuk saat olan film uzunluğunu hissettiriyor, özellikle olimpiyatla ilgisi olmayan, Owens’ın kişisel hayatına odaklanan alt-konulara fazla girdikçe. Bu efsane atletin hayatının bütün taraflarını incelemenin önemini azımsamak zor, fakat aynı zamanda hikayenin en ilginç tarafının Owens’ın koşmak üzerine olan tutkusu ve Berlin olimpiyatındaki başarısı olduğu da bariz. Owens’ın olimpiyat macerasına odaklanan 90-100 dakikalık bir film olarak daha başarılı olurmuş kanımca Rüzgarın Oğlu.

    Yönetmen Stephen Hopkins, 90'lı yıllarda yüksek bütçeli aksiyon filmlerinden tanınan bir isim. Hopkins, her ne kadar halen yoğun bir biçimde çalışsa da, daha çok televizyon dizilerini yönetiyor geçenlerde. Yönetmenin televizyon deneyimi Rüzgarın Oğlu’na biraz düz ve yavan bir görsel yapı kazandırıyor. Filmin yarattığı 1936 Berlin’i gayet etkileyici, fakat son dönem televizyon dizilerinde benzeri kalitede görseller de görüyoruz. Belki de bu proje sinema için değil de, bir mini-dizi olarak yaratılsaymış hem görsel bakımdan daha uygun olurmuş, hem de senaryonun yakalamaya çalıştığı bir sürü kişisel ve politik mesele için daha çok zaman olurmuş. Fakat buna rağmen Rüzgarın Oğlu, bu önemli hikayeyi gayet tatmin edici bir biçimde aktaran bir film.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top