Kalbinin doyduğu yer, evindir.
Yazar: Orkan ŞancıKaliforniya’nın küçücük bir kasabasında bulursun mutluluğu bazen. Önce yadırgarsın. “Burada ne işim var” diye düşünürsün. Ailen için uygun bir yer olmadığından endişelenirsin. Yabancısındır. Meksikalıların yoğun yaşadığı bu yerde, sen “öteki”sindir. Ama lise öğretmeni Jim White dayanır. Komşusunun hediye ettiği tavuğu kesmez, besler. Yabancı olmaya alışır. Irgatlıkla geçimini sağlayan bu aileleri anlar. Onların çocuklarına okulda iyi bir öğretmen olmak yetmez. Onları anlamak gerekir. Onlar gibi olmak gerekir. Jim White da öyle yapar. Onlarla birlikte tarlada çalışır.Onlar kadar koşar. Vazgeçmez.
Çünkü bir hayali vardır Jim White’ın. Anlatalım: Daha önce çalıştırdığı okul takımlarından, bir takım terslikler yüzünden kovulmuştur. Sürgündedir bir bakıma. Ailesini, bu fakir kasabaya getirmiştir. Burasını ailesi için daha güzel bir yer yapmak zorundadır. Sonra anlar ki, burası güzeldir zaten. Uyum sağlaması gereken kendisidir. Öyle de yapar. İlk kavgasını okulda verir. İlk başta istemezler onu. “Dersini ver, spor koçluğunu yap, maaşını al”...
Yetmez Jim White’a. O çocuklardan bir şampiyon yaratmak ister. Onlara hayatları için bir amaç vermek ister. Aslında kendisi için de bir amaçtır bu. Başarısız gibi görünen hayatına isyanıdır. İki kızından çok, o ırgat çocuklarla ilgilenir. Irgat olmanın değerini anlar. Sadece öğretmen değil, yaşam koçu da olur. Irgat olur. İyi koştuklarını görünce onlardan bir kros takımı kurar. Çocuklar, okul-ev-tarla üçgeninde sürekli koşmaktadır. Hiç değilse terlerinin değerini ailelerinden başkası da bilecektir artık. Çocuklardan birinin babasının dediği, “spor televizyon gibidir, hiç bir işe yaramaz” önermesine karşı bir koşudur bu. Çocuklar bu hayale inanır. Daha çok koşarlar. Daha çok terlerler. Bir amaçları vardır artık. Ailelerine yardım için tarlada çalışıp bir yandan da antrenmanlarına devam ederler. Sonra sabır gerekir. Zorluklar artar. Jim White direnir. Aileler de ona inanır, ve başarı gelir sonra. Önce liselerarası, sonra eyalet şampiyonluğu.
Tüm bunların gerçek bir hikaye olduğunu öğrenmek ise tüyleri diken diken eder. Ümitsiz gibi görünen bu vaka, iyileşmiştir. Küçük bir kasabadan devasa bir yürek çıkmıştır. White ailesi, McFarland’ı, McFarland’lılar da onları sevmiştir. Orası yuvalarıdır artık. Çünkü yuvan, kalbinin doyduğu yerdir.
Daha önce şiirsel “Balinanın Sırtında” ve yine zorlu bir emek mücadelesi olan “Tek Başına”yı yönetmiş olan Niki Caro, koşan-terleyen bir film çıkartmış ortaya. Dramatik kurgusundaki tırmanışta zaman zaman zorlansa da, bitiş çizgisine ulaşmayı başarmış.
Jim White rolünde Kevin Costner, ilerleyen yaşını belli etse de yine inandırıcı. Eşi rolünde Maria Bello, biraz geri planda kalmış sanki. Ergen kızında Morgan Saylor’ın sorunlu tipleri iyi oynadığına daha önce tv dizisi “Homeland”da şahit olmuştuk zaten. Asıl başarı hikayesi ise, ilk önemli rollerini oynayan o koşan çocuklarda.
“Rocky”nin hikayesini andıran, zorluklara rağmen sabır gösterilirse başarıya ulaşmanın bir yolunun bulunabileceğinin öyküsü bu. Aynı zamanda yabancı hissettiğin bir yere nasıl “evim” diyebildiğinin hikayesi. Gerçek hayatta benzerine az rastlanacak bir masal...