Araf'ta kalmanın çeşitli yolları...
Yazar: Banu BozdemirKadınların dünyasına daha yakın bulurum hep Yeşim Ustaoğlu'nu... Filmografisinde benim favori filmim her ne kadar Pandora'nin kutusu olsa da, Bulutları Beklerken'deki Ayşe /Eleni'nin dertleri de en az Pandora'nın Kutusu'ndaki kadınlar kadar ağırdır. Yalnızlık, köklerine çekilmek ve özünden uzaklaşmak, bazen şehir ya da köyde olmayı gerektirmiyor. Her yerde kadın olmanın dertleri ve vicdanı arasında bir yere sıkışıyor. Güneşe Yolculuk, şimdi ayyuka çıkan dertlerin erken teslim edilmiş hakkıdır bana göre, o yüzden duru, samimi ve daha yoğundur.
Araf tüm bu filmlerin cephesinden baktığımızda hem biraz ayrıksı duruyor, hem de kadına yaptığı yakın bakışla tüm o yalnızlığı çok iyi kuşanıyor. Ama Ustaoğlu'nun filmlerinin içinde gerçeklik duygusunu en fazla kuşanan film de bu. Bir kere konu farklı gibi dursa da çok bildik. Akışı bozma filmi... Zehra'nın hayatına giren en az onun kadar sıradan bir adamın akışı bozan, suyu bulandıran ama sonrasında akışı tekrar aynı yöne çeviren hali... Evet bu anlamda spoiler içeren bir anlatım yapmak durumundayım. Çünkü filmin bizi çıkardığı sonuca ilişkin itirazlarım var! Tabii belirtmek lazım ki film bir yandan da klasik bir üçüncü sayfa filmi...
Zehra benzin istasyonunda çalışan bir kız, Olgun ise hem onun çalışma arkadaşı, hem de gönlünün gördüğü ilk erkek! Kafalarda kamyonun ve Mahur'un kamyoncu olmasının etkisiyle Selvi Boylum Al Yazmalım etkileri bırakan film, aslında büyüme, hayatı algılama ve sonrasında normale dönme süreçleri gibi kavramlara eğiliyor. Filme biraz feminist tavırlar içinde bakılırsa eleştirilecek noktalar var. Üçlü gönül ilişkisi ekseninde geçen filmde Zehra önce Olgun'dan Mahur'a geçen gönlü ve onunla yaşadığı gelgitli ilişki kanadında "özgür" gibi algılanabilir. Ama bu yükselme ve alçalma aslında Mahur'un kontrolünde... Film, düğünler, danslar ve oradaki tiplemelerle (apaçiler vs) günceli yakalamaya çalışan bir hava da çiziyor ama ana konu Zehra'nın yüzyıllara dayanan gizemli erkek modeline gönlünü kaptırmasında yatıyor.
Ustaoğlu dar hayatların dünyasına bir açılım getirmek istiyor ama aşk olgusu aslında her yerde aynı acı sonla noktalanıyor. Bir benzin istasyonundan, bir kamyoncudan, bir kız üzerindeki etkiden ve şiddetten de dem vuruyor film. Ama şiddeti sadece oraya yükleyerek hayattan soyutlamanın bir anlamı yok, hayatın içinde de fazlaca şiddet var!
Filmin atmosfer yaratma duygusu başarılı. Ama az diyalog konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Şiddeti, kadına yapılan haksızlıkları ve kadının kendine yaptığı şiddeti anlatan filmin suskun olmak yerine bağırması daha anlamlı olurdu, sessiz, uzun ve dingin çığlıklar atmanın hiç sırası değil artık! Film gerçekçi olmasına gerçekçi, o konuda bir sıkıntı yok ama Zehra'nın filmin sonunda yaşadığı çaresizliğe ve tekrar Olgun'a çark etmesine itirazım var. Ruhu hep gitmeye meyilli Zehra'nın yolu uzatılabilirdi, tabii bu benim fikrim!
Filmin yan karakterleri önemli ama film onları sona doğru bir şekilde unutuyor ve ağır anlatımını fazlalaştırıyor. Özcan Deniz'in filmin içinde ‘az görünen ve az konuşan adam' olması, hem karizmasını arttırıyor hem de kafalarda soru işareti yaratıyor. Neslihan Atagül rolünün hakkından başarıyla kalkıyor, diğer erkek oyuncu Barış Hacıhan da en az onun kadar başarılı...
Film yanıbaşımızda uzayıp giden, görmediğimiz, bilmediğimiz değil ama dışımızda kalan hayatların altını çizmeye çalışıyor. Gidişat konusunda ağır... Bazen gerçeklik sinemanın önüne mi geçiyor diye de düşündürtüyor. Beni Pandora'nın Kutusu'nu sevmekten vazgeçiremedi ama bazı yerlerdeki ağır gerçeklik duygusuyla etkiledi. Sonuyla ise kızdırdı diyebilirim...
banubozdemir@gmail.com