Acıyı bal eyledik, balı da acı!
Yazar: Banu BozdemirHaftanın tek salonlu belgeseli, İstanbul Film Festivali’nden taşınan More Than Money / Baldan Acı elbette arılar dünyasından bozulan ekolojik düzene bakıyor. Ama bunu kesinlikle romantik bir bakış açısıyla yapmıyor, yani Kuşlar Kanatlı Uygarlık gibi güzel görüntülerle arıların peşinde değiliz, aksine arılarla insanoğlunun ayrılan yollarının izini sürüyor yönetmen Markus Imhoof.
Komünal yaşayan hayvanların hayatları her zaman çok ilgi çekicidir, kendi içlerinde dışarıya sızdırmadıkları bir dünya düzeni vardır ve biz insanlar onları sadece oradan oraya uçan, yürüyen ya da sürünen hayvanlar olarak görürüz. Edward O. Wilson’ın Karınca Tepesi kitabında karıncaların kendi arasında müthiş bir hassasiyet ve disiplin olduğunu ve salgılarla iletişim kurduklarını öğrenmiştim. Tabii doğanın dengesini kurma da büyük rolleri olduğunu da. Burada ise arıların mahrem dünyalarına dalıp, onların muazzam iletişimlerine insanoğlunun nasıl da parmak soktuğunu görüyoruz. Yani kapitalizm denen illetin başka birçok şey gibi arıların da dünyasını nasıl alt üst ettiğini. Dolaşmayı seven arıların (tabii doğal yollarla), tırlarla, daracık kutularda ve havasız ortamlarda oradan oraya sürüldüğü, kimyasallar ve antibiyotiklerle genetiklerinin bozulduğu bir belgesel izliyoruz. Aslında mütevazı aile kovanlarının, kuşaktan kuşağa geçen aile mesleğinin seri üretim karşısında nasıl pes ettiğini, psikolojisi ve tabii genetiği bozulan arıların insanoğluna kimi zaman zarar verdiğini üzülerek görüyoruz.
İnsanoğlu her şeyin en iyisi biz yaparız şeklindeki yaklaşımıyla polenler üretiyor, onları doğaya dağıtıyor ve arıları damızlık misali salıyor ortama. Sonrası arılar ve onların tıkır tıkır işleyen düzenleri için kıyım tabii ki. Bu onlar için şekerli karışımlar hazırlayıp, hadi bal yapın demek gibi!
Albert Einstein yıllar önce ‘Arılar yok olup giderse insanlık sadece dört yıl ayakta kalır’ demiş, belgesel bize bu zamanın yakın olduğunu söylüyor. Çünkü dünyanın bir anlamda doğal denge deposu balarılarının nesli tükenmek üzere. Zira insanoğlu bir kepçe misali, elini her yere daldırıyor ve oranın dengesini darmaduman ediyor. Imhoof her şeye rağmen sakin bir belgesel çekmiş, durum budur diyor. Elbette yargılıyor, değişimin izlerini gösteriyor, arıların yorgunluğuna kadar uzanıyor ama yine de ‘saygıyı elden bırakmıyor’ derler ya öyle çekmiş belgeselini. Aile kovanının başındaki adamı da bir tür disiplin testinden geçiriyor, ana kraliçenin kendi sürüsü dışında başka arılarla münasebete girmesi sahibi tarafından affedilmiyor ve acı bir şekilde cezalandırılıyor arı. Buna bir nevi geleneksel ölüm diyebiliriz ama fabrikasyon ölümler gerçekten de vahim, bir sürüyü değil doğanın katlini temsil ediyor.
Baldan Acı değişik ülkelerde yaptığı çekimler ve benzer sorunlarla arı üreticilerinin dertlerine de kulak asmayı hedef ediniyor ama daha çok ölen arıları için yas tutan üretici tipiyle değil, kalan sağlar bizimdir deyip ilacı boca eden üretici tipiyle tanıştırıyor bizleri. Sorun daha fazla üretme isteğinden kaynaklanıyor elbette, arılardan kapasitelerinin üstünde bal yapmaları isteniyor ve bu da onların felaketleri oluyor, tabii insanoğlunun da. Bunun farkında değilmiş gibi davranmak da her taraftan sarıldığımız tüketme duygusunun aslında sonumuzu hazırladığının altını çiziyor. Arılar bu konuda bir örnek sadece, ama iyi bir örnek. Dünyanın dört bir yanına dağıttıkları polenlerle bile çok iyi bir iş başarıyorlar. Ama insanoğlu onları şekerli suya adeta bastırarak, oldukları yerde bal üretmelerini istiyor ve doğanın dengesini düşünmeden sadece kazancına bakıyor. İşte Baldan Acı bunları anlatıyor ve ‘arılara kıymayın’ efendiler demeye getiriyor lafı!
twitter.com/BanuBozdemir