Hoş ama tesirsiz...
Yazar: Ali Ulvi UyanıkSavaşlardan ve diktatörlerin zulümlerinden en fazla etkilenen çocuklardır! Yakınlarını kaybedip korunmasız kalabildikleri gibi, fiziksel ve ruhsal olarak bizzat sakatlanabilirler... Sokaklarda kolayca suça çekilebilir ya da terör örgütlerinin kucağına düşebilirler. Ruhlarında açılan onulmaz yaralar, yaşadıkları sürece onları etkiler; büyüdüklerinde herkese ve her şeye şiddet uygulayabilirler. Şiddetin örselediği her çocuk, tedavi edilmezse, potansiyel birer suçludur.
Sinema, çocuk kurbanlar ve çocuk suçlularla her daim ilgilenmiştir. Savaşlarda ölen, yaralanan, göç eden, yoksulluk çeken, sürünen insanların birer rakamdan ibaret olmadığını, acı çeken her yüreğin değerli olduğunu suratımıza çarpmıştır. En yakın örnek ise, Afrika'da zorla savaştırılan çocuk askerlere dair ve bu yıl En İyi Yabancı Dilde Film dalında Oscar adayı olan, Kanada yapımı, oldukça sert "Savaş Cadısı"(Rebelle)'dır.
Kuşkusuz, "silahların gölgesinde hayata tutunmaya çalışan çocuklar" gerçeği dramatiktir; çoğu yönetmen de bu zeminde hareket etmektedir. Ancak, onca olumsuz koşulun ortasında bile, çocuklar umut eder; bir hedefe ulaşmak için düşsel dünyalar kurup, o kozanın içine girerler. En umutsuz durumlarda bile olumlu bir bakış ve saf bir yaklaşım, kötü koşulları dengeler. Çocuk masumiyeti, en berbat ortama neşeyi katabilir. Kimi yönetmenler de, şiddet yüklü hayata, dramın acı biçimde gülümseyen gözlerinden bakarak, soruna dikkat çekerler... Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in Kürt halkı üzerinde kimyasal silah kullanımına izin verdiği 1988'den iki yıl sonra Körfez Savaşı'nın patlak verdiği dönemde, ülkenin kuzeyinde yer alan Kürdistan bölgesindeki köyün sokaklarında yaşamaya çalışan iki öksüz kardeşin hikâyesinin anlatıldığı "Neredesin Süpermen?"(Bekas) böyle bir film.
10 yaşındaki Dana (Sarwar Fazil) ve yedisindeki Zana (Zamand Taha), küçük sinemanın arka penceresinden zar zor seyrettikleri "Superman"den etkilenerek, belki anne babalarını da diriltebilecek, üstün güçleri olan bu kahramanı bulup yardım istemek için Amerika'ya gitmeye karar verirler. Bundan sonra önemli olan, ancak masallarda görülebilecek bir cesaretle, parasız ve tabii ki pasaportsuz çıktıkları yolda yaşadıklarıdır.
Aynı ikiliyle 2010 yılında aynı adlı kısa filmi çekip uluslararası ödüller kazandıktan sonra, İsveç ve Finlandiya ortaklığında büyük bütçeyle uzun metrajlıyı gerçekleştiren, 1982 doğumlu Kürt yönetmen Karzan Kader, özetle, dünyayı daha yaşanabilir kılanın düş kurmak olduğunu söylüyor. Daha doğrusu, bu temayı bir kez daha anımsatıyor. Evet, teknik ve ritimsel anlamda sorunsuz, rahat seyredilen bir film; ancak öykü naiflikten yana ölçüyü aşmış. Fonda, her şeye rağmen çok kötü bir siyasal-toplumsal tablo var. Çocuk düşleri bu tabloyu kendi çaplarında renklendirse de, bölgede yaşanan dramların asıl ve başlıca müsebbiplerinden Amerika ile dünyaya ihraç ettiği popüler kültür ikonlarından Süpermen'in idealize edilip sürekli dillendirilmesi, bir süre sonra, çocukları olmasa da, filmi itici hale getiriyor; bu iki sözcük hikayeyi sevimsizleşiyor. Bu tehlike göze alınmış mı yoksa görülememiş mi, bilemiyorum.
Oyuncularda da, yoksul oldukları denli sevimli, bir tarafları çok saf ancak bir taraftan da son derece akıllı, aralarındaki çekişmelerle güldüren ve kendilerinden başka kimseleri olmayan iki çocuk karaktere, tipik batılı seyircinin hayran olacağı düşünülmüş. Hani belki bir "Milyoner"(Slumdog Millionaire) etkisi hedeflenmiş. Ancak bilinir ki, Batılıların büyük bölümü ikiyüzlüdür. Kendi yakınında olmadığı sürece dünyanın az gelişmiş / gelişmemiş ülkelerindeki zavallı çocuklara acır; sempati duyar... Yeter ki uzakta olsunlar! Bu nedenle, kişisel olarak, savaş nasıl acımasızsa, savaş mağduru çocukların hikâyelerinin de o denli gerçekçi anlatılmasından yanayım. Bence doğru olan, acıları sömürmek değil ama gerçekçi olmak! Yani, "Savaş Cadısı" ne denli çarpıcı bir filmse, "Neredesin Süpermen?" de o kadar hoş ancak uçucu bir film.