Ruhlarımızdaki onulmaz acılara dair
Yazar: Ali Ulvi UyanıkKim Ki-duk'un Türkiye'de gösterime giren ilk filmi, bu yaşam formlarında en önemlisinin iyi bir yüreğe sahiplik ile aşk olduğunu, yalın bir dille ve sinemanın etki gücünün hakkını vererek anlattığı, 2004 yapımı "Boş Evdi (Bin-jip).
Daha sonra, "Fedakar Kız" (Samaria, 2004); "Yay"(Hwal, 2005); "Zaman"(Shi gan, 2006); "Nefes" (Soom, 2007) ve son olarak da, zaman-mekân-insan-doğa ve doğaüstünün birbirine -sanki- görünmez bir iple bağlı olduğuna, tutku ve sadakate dair "Rüya"(Bi-mong,2008) , ona dair bir hayran kitlesi oluşturdu.
2011'de film kariyerine bir bakış içeren belgeseli "Arirang"dan sonra karşımıza geldiği 8.filmi "Acı" (Pieta), üç yıl aradan sonra çektiği ikinci kurmaca film (diğeri "Amen"). "Acı"nın yönetmen açısından değeri, bana göre, Kim Ki-duk'un ruhsal tekâmül sürecinde bir kademe daha 'yükseldiğinin' işareti olması. Çünkü hiç sinema eğitimi almadan, kendine özgü sinemasını kurmayı başaran, hikâyelerinin simgesel ve değişmeceli yapısını, sade üslubunun içine zarifçe nüfuz ettiren Kim Ki-duk, insana dair en kutsal ve tehlikeli bölgeye girme cesaretini göstermiş bulunuyor: Annelik!
Filmlerine genel olarak baktığımızda, insan ruhunun onulmaz acılarına temas etmeye çalıştığını söylemek olası. Anne olmak ise, sevginin ve acı çekmenin son noktası. İçinde oluşup gelişmeye başlayan canlıyla birlikte tüm kimyası değişen annenin, evladıyla hayat boyu sürecek ilişkisini simgeleyen göbek bağı kesilse de, ruhsal bağı asla kesilmeyecektir. Onu kaybetmenin acısı da, hiç bir acıyla kıyas kabul etmez. Aynı şekilde, özellikle fiziksel anlamda güçlü görünseler de, erkek evlatların anneleri karşısındaki kırılganlıkları ve bağlılıkları, onları kaybettiklerinde duydukları acıyı katlanılamaz yapar. Anneleri onların ilk aşkı değil midir zaten (Oidipus kompleksi)?
"Acı", esas olarak ve sürprizini saklayarak, bu ilişkinin özüne iniyor.
Genç adam Gang-Do (Lee Jung-Jin), küçük esnafa musallat olmuş tefecilerin tahsilât elemanı. Gaddar, yüreğinde en ufak sevgi pırıltısı olmayan... Yatakta yarı uykulu kendisini tatmin edebilen, başkasıyla tensel temas kurmayan / kuramayan bir kimsesiz! Borcunu ödeyemeyenleri sakat bırakıp sigorta tazminatlarına el koyuyor. Acıdır ki, sakatlayıp dilenciliğe düşürdüğü çoğu adam, kendisi gibi genç; karıları, çocukları, anneleri olan genç adamlar. Onları sakatlarken bir tür kıskançlık da duyuyor olabilir... Ve şimdi, onu 30 yıl önce terk etmiş annesi Mi-Son (Min-soo Jo) çıkagelerek onu kazanmaya çalışacaktır.
Gang-Do'nun yaşamında ilk kez gördüğü annesine karşı buz gibi, hatta bir ara sertleşen tepkisi, kadının sabır, direnç, inat ve sıcaklığıyla erimeye başlıyor...
Kim Ki-duk, öyküsünü kefaret ve intikam üzerinden geliştirirken, yaman bir sürpriz hazırlıyor... Bu sürprizle daire tamamlandığında, geriye hiç bir boşluk kalmıyor; film bütünsel olarak da, sağlam bir psikolojik zemin üzerine oturuyor. Bu nedenle de duygusunu seyirciye iletiyor: Yoksul kalmanın, üşümenin, acı çekmenin, hem fiziksel, hem de ruhsal anlamda nasıl olduğunu -neredeyse- duyumsuyorsunuz. Neden bunu duyumsamamızı istiyor peki? "Boş Oda" için söylediğimi yineleyeyim: Bu yaşam formlarında iyi bir yüreğe sahip olmanın nasıl önemli ve değerli olduğunu anımsatmak için.