Hesabım
    Yetenek Avcısı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Yetenek Avcısı

    Yönetmen şimdinin filmini yapmaya yelteniyor...

    Yazar: Kaan Karsan

    Eskiden beridir malumunuz, başarı öyküleri, sinemada her daim –az yahut çok- seyircisini bulur. Kimi zaman büyük kârlar hatta kimi zaman Oscar’lar (Yakın dönemden Sandra Bullock’un ‘Blind Side’ını hatırlayalım) getirirler. Doğaları gereği risksiz ve duygusal olarak hazır filmlerdir. Ortak paydaları ‘ilham verici’ olmaları, heyecan duygusunu diri tutmaları, yüz güldürmeleri ve yeri geldiğinde de aynı oranda hüzne gark etmeleri olan bu alt türün yeni üyesi ise Disney’i arkasına alan “Yetenek Avcısı”. Açıkçası, genel perspektiften bakınca, “Yetenek Avcısı”nı diğer başarı öykülerinden ayıran pek bir şey yok. Çizgisel, hesaplı, katmanları çoktan şematik hale getirilmiş bir duygu hikayesi... Biraz daha yakından bakınca ise hikayenin nispeten ilginç bir tarafı gözümüze çarpıyor. Yaşanmış bir hikayeden uyarlanan “Yetenek Avcısı” oldukça yakın tarihli (birkaç sene) meseleleri odağına alıyor ve neredeyse ‘şimdinin’ filmini yapmaya çalışıyor. Buna engel olan ise hikayesini ele alış şekli.

    İlk olarak bağımsız “Lars and the Real Girl” ile gerçek anlamda ilgi toplayan, sonrasında ise hiç de fena sayılmayacak bir Fright Night ‘remake’iyle yoluna devam eden Craig Gillespie’ın filmi bir sporcu/spor menajeri olan J.B. Bernstein’ın hikayesini merkezine alıyor gibi görünse de, aslen birkaç koldan, birkaç insanın hikayesini anlatıyor. Bernstein, herhangi bir liberal gibi para hırsıyla dolup taşan, bencil, çıkarcı, kendine fayda sağlamaya çalışan bir kişi... İşleri yolunda gitmeyince yeni bir projeyle yeni bir maden kazmanın peşine düşüyor ve Amerikalı sporcu gözlemcilerinin hiç girmediği Hindistan topraklarından yeni yetenekler keşfetmek için zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Uzun bir sürecin ardından, yüzlerce gencin arasından seçilip ABD’ye getirilen gençler, sadece kazananı umursayan, bambaşka bir dünyayla karşı karşıya geliyorlar. Bernstein ise ilkin bu gençlerden fayda sağlamaya çalışıyor; sonra ise onların yaşadıklarıyla duygudaşlık kurmaya, yelkenleri suya indirmeye başlıyor.

    İki saatlik bir Disney filminde sürekli olarak kadrajda göreceğimiz kahramanımızın neredeyse ilk seksen dakika boyunca bir anti-kahraman görevi üstlenmesi, başlarda izleyene tuhaf gelecektir elbet. Ancak hırslı ve paragöz Bernstein’ın hikayesinin bir dönüşüm yaşadığı fikri ile tercihlerini kitabına uydurduğu fikri arasındaki ikilem, işin bu tarafını biraz şaibelendiriyor. Üstelik “Yetenek Avcısı”nın –kendi ifadesiyle- fakirlikten/sefaletten kurtulma aracı olarak yetenek yarışmalarını ve Amerikan rüyasını işaret etmesi kimseleri şaşırtmayacak, tipik bir Disney halet-i ruhiyesi şüphesiz. Yani, bu film de “bir gün Hindistan’dan bir Einstein bile çıkabilir” diye buyuran nice neo-liberalden farklı bir yol izlemiyor ve yetenek tacirliğine bir kurtarma görevi atfediyor. Zaten Hindistan gerçeğini mizahtan yoksun bir fıkraya indirgemesi de bu yüzden. “Yetenek Avcısı”, Amerika ve Hindistan arasına bir köprü çekiyor ve elbette ki köprünün kendine  yakın olan tarafını cilalıyor.

    Bütün bu çok alışık olduğumuz oryantalist bakışın civarında ise keyfekeder bir seyirlik ve süresi zarfında oyalayan bir zaman geçirgeci yatıyor. Normalde ‘vasat’ sularda gezinen bir Disney filminden hayal kırıklığıyla ayrılmak,  histerik bir tavır takınmak olacaktır. Lakin Amerikan Bağımsız Sineması’nın yetenekli sayılabilecek bir yönetmeninden ve bir senaristinden bu denli halsiz eserin çıkması buna da engel oluyor. Sözün özü, “Yetenek Avcısı”nı izlerken “Ne kadar da ilginç bir öyküymüş” deyip biraz şaşırabilirsiniz. Ancak şaşkınlığınızın salon dışında da devam edeceği konusunda biraz şüpheliyiz.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top