Avustralya kırsallarından minimalist bir hikaye...
Yazar: Oktay Ege KozakPost-apokaliptik bilim kurgu filmleri için Avustralya’nın 'outback' (kırsal) alanları kadar uygun bir mekan dünyanın başka bir yerinde varmıdır? Mad Max serisinden beri Avustralya’nın kuru, düz, bitmek bilmeyen yollarını ne zaman görsek filmin hikayesi global bir kıyamet sonrasında geçmese bile post-apokaliptik türünü düşünmeden edemiyoruz.
Cesur olduğu kadar hipnotik ilk yönetmenlik denemesi Animal Kingdom ile sinemaseverlerin dikkatini çeken yazar/yönetmen David Michôd, bu mekanın etkileyiciliğini çok iyi biliyor ve içerdiği kıyamet sonrası senaryosuna getirdiği merhametsiz ve karanlık yaklaşım ile türe bir yenilik aşılıyor.
Bu yapım için bilim kurgu demek zor, spekülatif kurgu türüne oturtmak daha uygun. Spekülatif kurgu, daha geleneksel bir bilim-kurgu hikayesinin tek elementini kullanıp hikayenin bilim veya fantezi tarafına fazla kaçmadan bu spekülatif dünyanın insanlar üzerindeki etkilerini daha gerçekçi bir tonla inceler.
Takip, basitçe ‘Avustralya. Felaketten 10 yıl sonra’ yazısı ile açılıyor. Filmin dünyası hakkında bu noktadan sonra başka bir bilgi almıyoruz. Felaketin ne olduğu, dünyanın geri kalanının neye benzediği veya bu vahim durumu iyileştirmek için ne yapıldığını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz Avustralya’nın artık kanunun geçmediği bir şiddet cenneti olduğu.
Takip’in konusu aslında çok basit, ve etkileyiciliğini bu basitlikten alıyor. Eric (Guy Pearce) isimli ciddi, sessiz ve esrarengiz bir adamın arabası, soyguncular tarafından çalınır. Eric, soygunculardan birinin akli dengesi bozuk kardeşini (Robert Pattinson) kaçırır ve soyguncuları bulmaya zorlar. Senaryo o kadar minimalist ki, Eric’in arabasını geri almak için neden bu kadar uğraştığını bile bilmeyiz.
Film, gerçekten kirli, vahşi ve itici bir görsel yapı ve anlatıma sahip. Bir sürü diğer post-apokaliptik yapımın yaptığı gibi stilize S&M tarzı kostümler ve abartı araba kovalamacası ve çatışma sahneleri yok. Her taraf toz, duman ve kan dolu. Bu tür filmlerin tipik örneklerini her zaman kostüm tasarımının gerçekçi olmaması yüzünden suçlamışımdır. Sonuçta kıyamet koptuysa kim her gün kendi kişiliğine uyumlu olan bir elbise seçme lüksüne sahip olacaktır?
Bu bakımdan Takip’in sanat yönetimi ve kostüm tasarımı mükemmel. Her karakter eline ne geldiyse giymiş, terli, kirli ve tozlu bir görünüme sahip. Saçlar darmadağın, dişler sapsarı. İnsanlar ise gerçekten acımasız ve duyarsız. David Michod, Takip ile türün romantizmini bir kenara atıyor.
Twilight’tan beri cici yakışıklı vampir imajını yerle bir etmek için elinden geleni yapan Robert Pattinson, sonunda Twilight ününü hatırlatmayan, kendi ayakları üstünde durabilen bir performans yakalıyor. Edward Cullen hayranlarına tavsiyem şu ki aman bu filmden uzak durun. İzlerken gerçekten etkilenebilecek seyircinin her beş dakikada bir ‘Bu ne yaaa, amma sıkıcı, aman çok vahşi!’ gibi yorumlarınızı dinlemeye ihtiyacı yok. Açıkçası kişisel bir deneyimden kaynaklanıyor bu uyarı, gittiğim sinemada aynen böyle davranan, bariz Twilight hayranı iki kız vardı.
Fakat filmin asıl yıldız performansı Guy Pearce’a ait. Drive ve Only God Forgives hayranları ile bu filmlerde Ryan Gosling’in ‘performansının’ aslında oyunculuk olmadığını, sırf nötr bir yüz ifadesine sahip olduğunu hep tartışıyorum. İşte Takip’te Guy Pearce sessiz ve yüzeyde ifadesiz bir performansın aslında ne kadar etkileyici olabileceğini gösteriyor. O sert suratın altında aslında ne kadar acı ve hayal kırıklığı olduğunu mükemmel bir kontrol ile aktarıyor.
Genel sinema seyircisinin, özellikle Robert Pattinson’un Twilight hayranlarının filmin yavaş ve minimalist yapısından sıkılacağını tahmin ediyorum. O yüzden bu konuda uyarmamış olmayayım. Takip, alışılagelmiş bir hikaye yerine ortam ve ton üzerine odaklanıyor. Fakat post-apokaliptik türünün hayranıysanız ve türe ferah bir yaklaşım görmek istiyorsanız kolayca tavsiye edebilirim.