Nerede o eski Bond’lar?
Yazar: Oktay Ege KozakDaniel Craig’li James Bond’ların üçüncü ve belki de en iyi filmi Skyfall’un sonunda Casino Royale’den beri reboot edilmiş, yani serinin diğer filmlerini umursamayarak sil baştan yaratılmış Bond’un taa Sean Connery’li 60lı yıllardan bildiğimiz formata geri dönmesini izlemiştik. Judi Dench’ten sonra tekrar erkek bir M (Ralph Fiennes), ilk Bond filmlerini hatırlatan ofisinde sekreteri Moneypenny’e (Naomie Harris) emir verirken Q (Ben Whishaw), Bond için yeni cihazlar yaratmaya başlamıştı.
Bu final, Skyfall vizyona girdiğinde ellinci yılını kutlayan Bond serisine nostaljik bir göndermeydi belki, ama aynı zamanda Skyfall’dan sonra gelecek filmlerin eski usül Bond formülüne fazla döneceğinden korkmamak da elden değildi. Sonuçta 2006’nın Casino Royale’i, 2000’li yıllarda daha sert ve gerçekçi Jason Bourne serisinin popülerliğinden etkilenerek daha karikatürümsü ve ‘campy’ Bond formülünden kurtulup 21. yüzyılın sertliğine daha uygun bir 007 yaratmıştı. İyisiyle ve kötüsüyle sonraki filmler olan Quantum of Solace ve Skyfall, bu yeniliği devam ettirdi.
Fakat ne yazık ki Spectre ile kortuğum başıma geldi. Her konu elementi anında tahmin edilebilecek, eski usül Bond formülünü adımı adımına takip eden, her ne kadar muazzam aksiyon sahneleriyle dolu olsa da uzun süresi ve yer yer Roger Moore günlerini hatırlatan bayat Bond yaklaşımı ile bütünüyle hayal kırıklığı yaratan ilk Daniel Craig Bond filmi Spectre. Serinin 1962’deki başlangıcından beri bütün resmi filmlerini yaratan EON Productions, Skyfall için pek aksiyon deneyimi olmayan, fakat prestijli bir drama yönetmeni olan Sam Mendes’i seçerek ilginç bir kumar oynamıştı. Mendes’in o filmde Bond’a getirdiği tazelik serinin en çok para kazanan filmini yaratmıştı.
Mendes, Skyfall’dan sonra Bond dünyasına geri dönmek istemediğini medyaya belirtmişti. EON, Mendes’e bir sonraki Bond’u yönetirse neredeyse limitsiz bir bütçe vereceğini açıklayınca Oscar’lı yönetmeni Spectre’ın yönetmen koltuğuna oturtmayı başarmıştı. Fakat Mendes’in her ne kadar finansal bakımdan tatmin olmuş olsa da, yaratıcılığını artık Bond’dan uzaklaştırmak istediği bu sefer ortada. Meksika’da Ölüler Günü festivali’nda geçen muazzam tek plan açılış sekansı haricinde tipik Bond formülünü fazla yaratıcılık olmadan takip ediyor Mendes.
Aynı oranda bir ilgisizlik problemi Daniel Craig’i de sarmış gibi. Geçenlerde verdiği bir röportajda ‘Bond’u bir daha canlandırmaktansa boğazımı kesmeyi tercih ederim’ diyen Craig’in role bayağı soğuduğu Spectre ile belli oluyor. Başlarda bu klasik karaktere kendine ait bir keskinlik aşılayarak diğer Bond’lardan ayrılan Craig, bu sefer sıkılmış bir biçimde eski Bond’ların eforsuz karizmasını ve demode seksapelliğini yeniden yaratmaya çalışıyor. Ünlü ‘Bond, James Bond’ repliğini düz bir biçimde okuması bile artık bu rolden ayrılmak istediğini gösteriyor.
Spectre, sanki 2000’li yılların Bond’larının seriyi yeniden yaratmasını umursamayarak Pierce Brosnan ve Roger Moore günlerine geri dönüyor. Ahtapot logolu esrarengiz bir örgütün peşinden giden Bond, ilk perdede beş dakika görünen ilk ‘Bond Kızı’yla (Monica Bellucci) yattıktan sonra filmin asıl Bond Kızı (Léa Seydoux) ile filmin kalanına devam ediyor. Organizasyonun başı olan esrarengiz ana kötü adamın (Christoph Waltz) kaslı ve sessiz suikastçisini (Dave Bautista) alaşağı etmeye çalışırken kötü adamın tuzağına takılan Bond, beynine kurşun yiyerek ölmektense fazla ayrıntılı bir cihaz ile yavaş yavaş ölüdürülecekken kurtulmaya çalışıyor. Bu formülü adımı adımına ta 1964’un Goldfinger’ından başlayarak hemen hemen her eski Bond filminde görebiliriz.
Spectre, bu formülü takip ederken bilindik elementlerini de pek başarıyla aktaramıyor. Bellucci’nin 50 yaşında bir Bond Kızı’nı canlandırması serinin açık fikirliliğinin reklamını yapması için medyada bayağı dolaşmıştı. Fakat Bellucci’nin rolünün gereksizliği ve kısalığı safi bir pazarlama numarası yapılmış hissi yaratıyor. Guardians of the Galaxy’de ince bir espri anlayışı gösteren güreşçi Dave Bautista’nın Spectre’da Oddjob veya Jaws tarzı konuşmayan kaslı kötü adam arketipine oturtulmasıyla yeteneği harcanıyor. Konu Christolph Waltz’ın canlandırdığı esrarengiz karaktere geldiğinde ise film, bu karakterin gerçek isminin açıklandığı sahneye fazla dramatik ağırlık veriyor, sanki Bond tarihini ucundan bile bilen her hayran filmin ismini gördüğü anda Waltz’ın hangi karakteri canlandırdığını hemen tahmin edemeyecek.
Serinin tarihinin en yüksek bütçesi ile oluşturulan Spectre, gerçekten etkileyici birkaç aksiyon sahnesi yaratıyor, fakat filmin gereğinden çok daha uzun olması ve eski Bond formülüne hiç yenilik katmaması bir süre sonra iyice sıkmaya başlıyor. Sanırım ‘Nerede o eski Bond’lar?’ diyen seyirciyi mutlu edecektir Spectre, fakat Craig’li Bond’ların yeniliğinden haz alan seyirci için hayalkırıklığı yaratabilir.