En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Ugur Tazegül
Takipçi
672 değerlendirmeler
Takip Et!
5,0
30 Aralık 2015 tarihinde eklendi
Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg‘in kamera arkasına geçtiği filmin başrolünde, yeri geldiğinde komedi, yeri geldiğinde dram, yeri geldiğinde aşk, yeri geldiğinde de savaş filminde yer alıp, sadece yer almayla kalmayıp döktürmeyi bilen Mads Mikkelsen ön plana çıkıyor.Masumane gibi duran bir yalandan sonra başına gelmedik kalmayan Lucas’ı anlatan film, aslında insan evladının ne kadar insan evladı olduğunu gözler önüne seriyor. Medeniyet, uygarlık dedin mi şaha kalkan, yaşam biçimi, gelirler dedin mi en önde koşan ülkelerden biri olan bu kuzey avrupa yerleşkesinde bile önyargının dünyanın her tarafındakinden zerre farksız olduğunu suratımıza suratımıza çarpıyor.Böylesine sağlam bir aktörü arkasına alan filmin kadraja takılan diğer elemanları da tebrik edilesi. Klara diye bir kız var mesela. Annika Wedderkopp‘un canlandırdığı ve filmin bu kadar etkileyici olmasında oyunculuğu ile büyük katkı sağlayan bu ufacık kız bile görülmeye değer. O yaşta o rol kesmeler inanılacak gibi değil. Keza filmin gidişatına göre kılık değiştiren ahali de yine sırıtmıyor, toplu performansa güzel bir artı ekliyorlar.The Hunt çok hassas bir konuya sahip. Dokunsanız ağlayacak, dokunsanız patlayacak bir konu. Çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması çok zor bir konu. Bir yandan “çocuklar yalan söylemez” kalıbını eleştirirken diğer taraftan önyargı dediğimiz önüne geçilmeyen budala olguyu bir kez daha kurcalıyor. Kabul edelim, öyle ahım şahım özgün bir hikaye, şimdiye kadar duymadığımız bir olayla karşı karşıya değiliz. Ancak bana kalırsa yönetmen seyirciye işleme konusunda çok başarılı olup sağlam performanslar ve çekimlerle uzun süreler unutulmayacak bir işin altına imzasını atmış. Bazı sahnelerde deliriyor, Lucas’ın yerinde olsam ben ne yapardım diye düşünmeden edemiyorsunuz. Sancılar giriyor midenize. Oturduğunuz yerde çakılıp kalıyorsunuz.Cannes’dan 3 ödülle dönmesini bilen bu 115 dakikalık eseri izlemek için tereddüt etmeyin benden söylemesi..10 / 9.0
Küçük bir kız aşık olursa ? Bazen çok vahim durumda bırakabilen bir güce sahip olabilir. Bu konuda mağdur olmak , çok kötü. Filmde hukuk savaşı yada avukat savunmaları yok. Bu film için bu mağduriyetin bu açısından bakmak istemiş senarist. Ben filmi beğendim. Mads Mikkelsen çok beğendiğim bir oyuncu ve duyguları burda çok güzel yansıtmış. Hayatta olabilecek bir vâkâ. Benim içim acıdı , düşünü doktor raporluk olmayan bir durumdan haklı olduğunuz halde kendinizi sıyıramamanız !
İftira at izi kalsın. Bir insanın hayatını nasıl alt üst edersin, sağlam bir iftira at ortaya inandıracak birilerini bul sonrası zaten çorap söküğü gibi gelir. Ve bir daha kimseye laf anlatamaz, insan içine çıkamazsın. Çok zor durumlar bunlar. Hele ki söz konusu durum bir çocuğa cinsel taciz adı altındaysa bunun derecesi katlanarak artar. O adamla bırakın konuşmayı kimse aynı şehirde yaşamak istemez. Ölsün de kurtulunsun istenir. Bu kadar ağır bir iftira altında kalan kişi için ise tam bir eziyet. İnsan ne yapacağını bilemez. Kimse anlamaz, dinlemez gerçekten çok zor bir durum. Aslında herkes için çok zor. Çocuğun ailesi olsanız vereceğiniz tepki çok sert olacaktır. Her ne kadar eski dostunuz da olsa böyle bir durum karşısında kimse laf dinlemez. İftiraya maruz kalanın yakınları için yine ayrı bir dert. Çocuk olayın bu boyutlara gelebileceğini hiç tahmin etmemişti tabiki de. Ama olayonun kontrolünün çok dışında gerçekleşiyor. Böyle konularda herkes çok net tavır takınır. Bu yüzden de en yakınınız bile size acaba gözüyle bakabilir. Gerçekten çok çok zor bir durum. Üstünden yıllar geçse bile adamın üstüne yapışıyor. Ve belkide bir hayat boyu onla birlikte yaşayacak.
Film bu ortamı resmen yaşattırıyor. Kendinizi o adamın yerine koyuyorsunuz. Ve nasıl çaresiz bir durum olduğunu anlıyorsunuz. Adamı mahkeme önünde haklı bulsalar bile toplum öyle kolay kolay affedemiyor. Eskiye dönmek bir daha pek mümkün olmuyor açıkçası. Özellikle son sahnesi her şeyi çok net anlatıyor.
Lucas rolündeki Mads Mikkelsen ve ufak kız Klara rolündeki Annika Wedderkopp oyunculukları ile ön plana çıkmışlar. Hafif tempolu ve mükemmel sürükleyiciliği ile çok kaliteli bir film. İyi seyirler... 8.1/10
Çok kaliteli, harika bir film. Farklı bakış açıları, farklı yorumlar. Her dakikaya sirayet etmiş bir oturaklılık. Hem gerilimli, hem sakin ve sade sahnelerin iç içe başarılı bir biçimde yedirilmesi. Her biri üzerine konuşulabilecek karakterler. Ve kusursuz bir atmosfer. Akademi adaylığını sonuna kadar hak etmiş. Senenin önemli filmlerinden. İzlenmesi gereken, tam bir "Avrupa filmi". Bittikten sonra etrafınızdakilerle yorumlayın, daha bir özümseyecek ve hayran kalacaksınız.
Danimarka' nın 2012 yapımı, 2014 yılı yabancı dilde en iyi oscar adayı, Thomas Vinterberg imzalı "Jagten (The Hunt - Onur Savaşı)", hikayesiyle bir çok zor konuya el atarken, altından kalkmasını da iyi biliyor.
Bugün beyazperde nin haberiyle en kıdemli ödüllerden birini daha kaptığını okludum bu filmin, ve ne kadarda beğendiğim aklıma geldi. Avrupadan sinema keyifli oluyor, bence daha güzel duygu veriyorlar yönetmenler ve oyuncular. Zatebn sinema/film/dizi dünyasına girince ABD/HollyWood dışındaki büyük bir gerçeğin kendisiyle tanışınca daha bir güzelleşiyor. Durağanlıkta size duyguları yansıtan bir senaryo, kuvvetli bir yönetim, başarılı sıcak oyunculuk. Sıcak içten bir yansımayla yalın bir anlatım. Bir görsel şölen yok ama "his"setmenizi sağlayan bir sadelik var. Kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden. Yaşasın Avrupa sineması.
Gece saat 2:00 ve Danimarka yapımı bir filmi izlerken gözlerim fal taşı gibi açılmış, Lucas'ın (Mads Mikkelsen) derdini dert edinip duvarları dövüyorum. Yalancı küçük Klara'yı, anaokulu müdürünü ve sakallı pedagog'a, anne terliğinin en can yakan kısmıyla girişesim var. Bir film vermek istediği duyguyu seyirciye geçirebiliyorsa, yönetmen ve oyuncular inandırıcı bir işe imza atmışlardır demektir.
Danimarka Sineması deyince aklımıza hep Lars Von Trier'in, sinir katsayımızı arttıran, içimizi karartan hikayeleri gelir. Jagten filminin yönetmeni, Thomas Vinterberg'de Trier'i aratmayacak bir hikaye ile bıçak sırtı bir konuyu kendi üslubuyla, büyük bir ustalık ve sadelikle işlemiş. Küçücük bir çocuğun yalanının, bir adamın hayatını nasıl zehir ettiği, mahalle baskısını ve büyük çaresizliği Jagten'de buluyoruz. Filmin birçok yerinde empati yapıyoruz. Lucas'ın yerinde olsam ne yapardım ? Adam nasıl bu kadar sakin kalabiliyor. O kasabadan niye uzaklaşmıyor ? gibi sorular aklımızı film boyunca tırmalıyor. Konu taciz gibi bıçak sırtı bir olay olduğunda; çocukların hayal dünyasını goz ardi edip kendi cocuğuna mutlak inanmak mı, yoksa en iyi arkadaşına güvenmek mi? Kuşkusuz bu zor sorular güzel senaryoları da beraberinde getiriyor! iyi olmanın kolay sergilendiği, ama iyi kalmanın çok zor olduğu bir dünyada onur savaşı veren bir anaokulunu öğretmenini ve ona ne olursa olsun sonuna kadar babasına inanan oğlunun zor hikayesini izliyorsunuz.
Son dönemde sinema dünyasının en unutulmaz karakterlerinden Hannibal'ın televizyon serisinde başrolü üstlenen Mads Mikkelsen, bu filmde de başarılı oyunculuğu ile kendine hayran bırakıyor. Filmin yönetmeni Thomas Vinterberg, Jagten filmiyle az bütçeyle de film yapılabildiğini. İyi yazılmış ve kurgulanmış bir hikaye ile iyi oyuncularınız varsa unutulmaz bir film yapmanız o kadar da mucize olmadığını Jagten'de de bir kez daha kanıtlanıyor.
Lucas (Mads Mikkelsen), Danimarka'da küçük bir kasabada yaşamaktadır. Eşinden yeni boşanmış ve oğlu eski eşiyle yaşamaktadır. Lucas'ın yeni bir sevgilisi ve yeni bir de işi vardır. Anaokulunda kendisine oldukça ilgi gösteren ve yakınlık duyan küçük bir kız ki bu kız (Klara) aynı zamanda en iyi arkadaşının da kızı oluyor. Bu küçük kızın söylediği bir yalan üzerine Lucas, tüm kasaba tarafından tacizcilikle suçlanıyor. Maddi ve manevi olarak zor duruma düşen adamın ergenlik çağındaki oğlu da bu durumdan en çok etkilenen kişilerden biri olur.
Öğretmenine karşı duyduğu hislerine karşılık, öğretmeninden aynı türden karşı ilgi göremeyen küçük bir kızın daha önce gördüğü ve duyduğu şeyleri öğretmeni için kullanması ile başlayan dramatik durum bütün bir kasabaya hızla yayılır.
Lucas karakterinin üzerindeki tüm baskılara rağmen dik duruşu beni oldukça etkiledi. Başka biri olsaydı her halde kasabayı çoktan terk ederdi. Bir başka nokta ise oğlunun yaşadığı acıydı, bir yandan babasına inanmaktan vazgeçmiyor diğer yandan ise vazgeçmeyişinin bedelini ödüyor. Onur Savaşı, ufacık bir yalanın insanı nasıl bir duruma düşürebileceğinin ve de bir anda etrafımızın nasıl boşalacağının müthiş bir örneğidir.
Masum görünenin her zaman masum olamayacağı gerçeğini yanında, Lucas'ın Klara'nın tüm yaptıklarına rağmen, onun küçük bir kız olduğunu, korktuğunu görebilmesi ve bundan dolayı ona kızamaması en can alıcı noktalardan biriydi. Bir başka nokta ise masumiyetlik mücadelesinde insanın ne kadar aciz bir duruma düştüğünü görüyorsunuz. Suçlu olmadığınızı biliyor; ama bunu ispat edecek bir gücünüz ya da deliliniz maalesef ki olmuyor. Sizi yıllardır tanıyan ve size güvenen insanların bir anda değişmesi, sanki daha önce hiç tanımıyormuş gibi yargılamaları ve de sizi dışlamaları hiçte zor olmuyor.
Onur Savaşı'ndaki tek eksik nokta ise işin hukuki kısmının biraz geri plana atılmış olması. Ben şahsen birkaç mahkeme sahnesi görmeyi isterdim. Tüm sürecin sonunda gördüğümüz şey riyakarlık mı yoksa insanın bir topluma ait olma isteğimi, bu kararı verecek olan kendi vicdanınızdır.
Vinterbeg, modern insanı tasvir ederken akla gelebilecek tüm klişeleri kullanıyor en baştan. Herkesin birbirine iyi davrandığı, bir otoritenin hissedilmediği ve huzurlu bir yaşamın sürdüğü küçük bir toplum yapısından yararlanıyor. Ne zaman ki asılsız bir dedikodu bu küçük toplumun damarlarında zehir gibi dağılıyor, işte o zaman barbarlığın ve nefretin saklı yüzü açığa çıkıyor. Ön yargıların havada uçuştuğu, saygının ortadan kalktığı bir ortamda masum bir adamın hayata tutunuş öyküsünü dram dozu hayli düşük bir şekilde izliyoruz Onur Savaşı’nda. Yönetmen olayın duygusal yanını bir kenara koyuyor, bunda tamamen kültürün ve sinema anlayışının etkisi hissediliyor. Avrupa’da kendini gösteren çocuk istismarına karşı bilinçlenme mevzusuna sert bir bakış atan Vinterberg, insanların zayıf noktalarını kullanarak toplumsal normlar ve birleşmiş mantık dışı hareketlerle nasıl da tepetaklak karşılaşılabilineceğini gösteriyor. İşin ilginç yanı, toplumun katı ve duyarsız, sorgulamasız bakış açısının ne olursa olsun, hiçbir şekilde değişmeyeceğini anladığımızda modern toplumun zayıflıklarını sorgulamaya başlıyoruz. Cehaletin ve irrasyonelliğin insan doğasının bir parçası olup olmayacağını, bireyin özünde, doğuştan gelen yargıları çerçevesinde değerlendirmeye itiliyoruz. İki saatlik seyrin sonucunda avlayan ve avlanan arasındaki aksiyon değişmediği için de seyircinin kafasındaki soru işaretleri yanıp sönmeye devam ediyor.
Final olmamış kız büyüdükten sonra yalanını iftira edecekti ve Lucas ona inanmayan herkesin suratına tükürecekti. Filmin bittiğini görünce benim içime dert oldu :(
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.