Hesabım
    Stajyer
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Stajyer

    Oyuncu bazlı, az nazlı

    Yazar: Fırat Ataç

    2000'de What Women Want ile atıldığı romantik komedi serüveninde hep gişe garantisi olan parlak yıldızlarla çalışan Nancy Meyers, bu açıdan Hollywood'da aktif görev alan en şanslı yönetmenlerden. En iyi filmi olarak nitelendirebileceğimiz Something's Gotta Give'de dahi aşamadığı 'aşırı geleneksel' tür anlayışını ise geride bırakabileceği zamanları çoktan geçtik. Zaten Meyers da bu sefer Robert De Niro ve Anne Hathaway'i yanına kattığı The Intern ile bize bunun ispatını yapmaya soyunmuş gibi.

    Eşini kaybedişi ve emekli oluşuyla birlikte 'işe yaramadığını hissettiği' bir yaşam döngüsüne giren Ben'in, 'bir işin ucundan tutmak' konusunda istekliliğini izliyoruz açılış sekansında. İnternet üzerinden elbise satmakta olan popüler bir e-ticaret sitesinin sosyal sorumluluk projesi olarak okunabilecek 'yaşlı stajerler arıyoruz' ilanı kendisi için biçilmiş kaftan. İçindeki enerji hala sönmemiş Ben başvuru için çektiği keyifli video ile işi kaparken, yanına verildiği şirket sahibi Jules ise durumdan bir haber. Dört başı mamur işkolik Jules, ilk etapta 'ayağının altında dolaşması muhtemel' Ben'e ön yargı ile yaklaşsa da kariyeri boyunca önemli işler yürütmüş yaşlı adamın hem profesyonel anlamında hem de birebir ilişkilerde kendisini ispatlaması uzun sürmüyor.

    Aslında Meyers'ın biraz önce belirttiğimiz 'geleneksel tür anlayışına' uzak seyirde başlıyor The Intern. Eski usül Ben, teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanılan yeni iş yerine alışma aşamasında hem kendi öğreniyor hem de etrafındaki gençlere ilham kaynağı oluyor. Sosyal yönden girişkenliği sayesinde sevilen simaya dönüşmesi inandırıcılık problemi yaşatmazken, Jules'la ağır adımlarla ilerlediği ast/üst ilişkisi dostluk sularına doğru şekil değiştiriyor. Bunda kafasını bilgisayarından ya da akıllı telefonundan kaldıramasa da snobluktan çok uzak bir karakter olan Jules'un da payı büyük elbette. İki iyi insanın yolu kesişiyor.

    Her şey iyi giderken filmin yön değiştirmesini ve sevimli çekiciliğini kaybetmesini sağlayan ikincil hikaye devreye giriyor sonra. Eşi ve çocuğuna pek vakit ayıramayan Jules'un ailevi problemleri. Hayatın merkezindeki ciddi bir konunun The Intern'in gidişatı içerisine sıkıştırılmasından şikayetimiz olmasa da Jules'un özellikle eşi ile olan ilişkisi fena halde yama duruyor. Filmin içerisinde işgal etmesi gereken alan Jules ile Ben'in dostluğunu 'dertleşmek üzerinden kurgulama' kısmından ileriye gitmemesi gereken ev içi ilişkiler sarmalı, şirket fonundaki keyif veren gidişatı baltalıyor. Jules'un bekar olduğu farklı bir evrende geçse daha iyi olacağı şüphe götürmeyecek gelişmeler, filmin zaten yetersiz olan mizahi tonunu iyice aşağı çekiyor.

    De Niro ve Hathaway'in hiç yabana atılamayacak karşılıklı kimyalarına ise diyecek söz yok. Özellikle beraber çıktıkları iş gezisi sırasındaki otel odası muhabbetlerinde zirve yapan ikili, filmi baştan aşağı çekilmez dert olmaktan kurtarıyorlar. Amiyane tabirle 'keyifli bir seyirlik' olması açısından bazı genel geçer kuralları dahi uygulayamayan Meyers'ın kurtarıcıları yine büyük isimler oluyor böylelikle. Kadın karakterinin gücünü iş dünyasında yüceltirken ev yaşantısında başarısızlığa mahkum eden Meyers, bu seçimi hakkında oturup bir kez daha düşünseydi, her şey çok güzel olabilirdi.

    firat_atac@hotmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top