Hesabım
    Gecenin Kanunu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Gecenin Kanunu
    Yazar: Murat Özer

    Sebepleri ne olursa olsun, Ben Affleck isminden ‘kıl kapılması’ adetten oldu epeydir. Evet, ‘usta’ bir aktör değil (birçokları gibi) ve belki ‘usta’ bir yönetmen de değil, ama işini pamuklara sarıp sarmalayarak yaptığı da bir gerçek!

    Elimizdeki bu ‘bilgi’yle yola çıktığımızda ise ondan ‘kıl kapmak’ için bir sebep göremiyoruz. Aksine, özellikle yönetmen olarak daha çok filme imza atması gerektiğini düşünüyoruz. İnce eleyip sık dokuyan doğasının onu yönelttiği hedeflerle daha sık haşır neşir olmak istiyoruz hatta.

    Neyse... Ben Affleck güzellemesi yapmak değil derdimiz tabii, ama bu konuya dair birkaç şey söylemeden de geçmek istemedik! Ve söyledik, rahatladık!

    İbreyi Ben Affleck’in yazıp yönetip başrolde top sektirdiği, yapımcılığını da üstlendiği “Gecenin Kanunu”na (Live by Night) çevirelim o zaman... İlk filmi “Kızımı Kurtarın”da (Gone Baby Gone) olduğu gibi bir Dennis Lehane metnini arkasına alan sinemacı, oradaki kadar ‘damarımıza basmasa’ da sağlam bir atmosfer kuruyor bir kez daha.

    Sinemanın pek sevdiği, sık sık başvurduğu ABD’deki ‘içki yasakları’ ve tabii ki Büyük Buhran dönemine eğilen film, Birinci Dünya Savaşı’nda ‘vatan için öldürmüş’ bir adamın, artık sadece kendisi için ‘öldürmeye’ karar vermesinin yan etkileriyle baş başa bırakıyor bizi. Aşkın tetiklediği ve önüne geçilmez gibi görünen gelişmelerse adamımızı ‘zorunlu’ tercihler yapmaya kadar götürüyor, mafyayla işbirliğine gitmek başta olmak üzere.

    Ezcümle, aşkın ‘karar verici’ olduğu tercihlerle hayatı darmadağın olmuş bir adam var hikâyemizde. Mutluluğu yakaladım derken kaybeden, sonra yeniden yakalar gibi olurken bir kez daha hüsrana uğrayan bir adam bu. Doğru ile yanlışı ayırt edemez hale gelen karakterin, kimi zaman ‘mafyöz’ reflekslerle olaylara yaklaşımı da bu yüzden. Başlangıçta (savaş sonrası) verdiği kararın arkasında duramayıp ‘aşkla’ hareket etmesi, onu adımlarından ‘emin olamadığı’ bir rotaya hapsediyor, ki bundan sonrasında ‘durmak’ gibi bir şey de söz konusu değil onun için.

    Verileri tam damıtamıyoruz aslında “Gecenin Kanunu”nda, Dennis Lehane imzalı metni okumadığımız için. Ben Affleck’in bu metne ne kadar müdahale ettiğini bilemiyoruz. Ancak şunu söylemek mümkün: Kaderinin onun için hükmettiklerine karşı çıkamayan bir adamın serüveni bu. Ne kadar debelenirse debelensin çıkamıyor girdaptan, ‘ışığı’ görme lüksünden mahrum kalıyor. Ona ‘yardımcı’ olabilecek karakterler mevcut aslında, ama onların karşısında da ‘köstek’ karakterler var. Bir ileri bir geri çekiştirilen adamın yazgısı, kendinden bağımsız olarak şekilleniyor ve son nokta da aynen bu yolla konuyor.

    İki filmi anmadan da olmaz “Gecenin Kanunu”nu değerlendirirken: “Suç Çetesi” (Gangster Squad) ve “Havana”. Bu iki filmin toplamı gibi duruyor zira. Her ikisi de ‘enfes’ denebilecek filmler değil, ama buraya yansırken ‘etkili’ oluyorlar, öyle ya da böyle. En azından bizim değerlendirme çerçevemiz içine girmeyi başarıyorlar, kolları kanatları kırık olsa da...

    Yönetmenlikteki yolunu ‘uyarlamacı’ olarak belirlemiş görünen Ben Affleck, bu iki çalışmanın ortalamasını aldığı “Gecenin Kanunu”yla sıradan bir gangster filminin sınırlarına hapsolmuyor. Önceki üç filminde de gördüğümüz, önyargılardan uzak bir ‘insanlık portresi’ çizmeye çalışıyor bir kez daha. Başkarakterin zavallılığı karşısında bizi ‘şefkatli’ kılma çabası içine girmiyor, tıpkı ona yaptığı gibi bize de ‘kararsız’ maskesi takıyor. Bu maskenin arkasında biz ne istediğimizi biliyoruz (ya da bildiğimizi sanıyoruz), ama gölgelerin ardına saklanıp geçmesini bekliyoruz fırtınanın. Kimi zaman yumuşak, kimi zamansa sert bir biçem eşlik ediyor kaçak dövüşümüzde, Ben Affleck’in uygun gördüğü.

    Olayların baş döndürücü hızı, “Gecenin Kanunu”nda sık sık kafa karışıklığı da yaratıyor. Ya da ‘inandırıcı’ olmaktan uzak kimi hamleler. Ters istikamette seyreden bir ‘masal’ mı izliyoruz, yoksa ‘gerçekçi’ tonlarla vücut bulan bir hikâye mi, karar veremiyoruz bir noktadan sonra. Tıpkı tercihlerini ‘aşksız’ yapamayan karakter gibi davranıyor Ben Affleck burada, kararsızlığa mahkûm oluyor. Onun kararsızlığı, tabii ki filmin tavında dövülmesinin önünde bir engel teşkil ediyor ve gevşiyor hikâye, boyutları belirsizleşiyor.

    Rehavete kapılmış da diyebiliriz Ben Affleck için, bu anlar özelinde. Çok boyutlu hikâyenin ‘boyutsuzlaşması’nın önüne geçemiyor. Temelinde ‘aşk’ yatan bir serüvenin ortasına yerleşen ve ‘yama’ gibi duran Elle Fanning’in karakteri, başka bir boyut getireceğine filmi basitleştirip çizgi dışına taşmasına sebep oluyor. ‘İnanç’ ve ‘vicdan’, tabii ki ‘insanlık portresi’nin olmazsa olmazlarından, ama bu hikâyede doğru bir açı bulamıyorlar kendilerine. Daha önce de söylediğimiz gibi, Dennis Lehane imzalı metni okumadığımız için bu resmin romanda nasıl çizildiğini bilemiyoruz. Belki de kitabın ‘sihirli’ cümleleri, böylesi bir handikaba takılmadan yoluna devam etmiştir, kim bilir!

    Umumi arzu üzerine yeniden izlenecek bir film değil “Gecenin Kanunu”. Ben Affleck’in yönetmenlik kariyerinin şahikası falan da değil. Ancak, ritmi sekteye uğratan kimi bölümlerine rağmen, kardeşi Casey’nin Oscar adayı mükemmel bir performans sergilediği “Yaşamın Kıyısında”nın (Manchester by the Sea) yansıttığı ‘acı’nın bir benzerini ruhuna nakşetmiş bir adam var burada da. Acıları yarıştırmak bizim işimiz değil, ama onlar nefes alıp verirken her ikisinden benzer bir ‘susuzluk’un aksettiği de bir gerçek!

    Manidar tabii, “Yaşamın Kıyısında” ve “Gecenin Kanunu”nun aynı haftada gösterime girmesi. Başa dönelim; ister istemez Casey Affleck-Ben Affleck karşılaştırması yapılacak yeniden. Ve gömülecek Ben Affleck bir kez daha, biz ne kadar tasvip etmesek de...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top