Olur mu, olur..
Yazar: Oktay Ege Kozak2011 yapımı Fransız komedi/drama The Intoucables, ülkesinde ve Avrupa genelinde çok popüler oldu ve büyük gişe yaptı, yani bu demektir ki eninde sonunda bir Hollywood yeniden yapımının geleceği kesinleşmişti. Bu yeniden çekimin gelmesi sekiz yıl aldı ama, geç olsun da güç olmasın diyelim. Ayakları ve kolları felç olan bir milyarderin ve eskiden hapse girmiş olan Arap-Fransalı bir genç arasındaki gerçek arkadaşlıktan esinlenen orjinal Intouchables, ilham verici pozitif mesajlarını biraz fazla kasmasına rağmen, melodramatik duygusallığı içten gelen mizah ile karıştıran, bir şaheser olmamasına rağmen eli yüzü düzgün bir yapımdı.
Olacak İş Değil, Intouchables’ın ton ve hikaye yapısını gayet yakından takip ediyor, bu bakımdan orjinal filmin pozitif taraflarını da, hatalarını da hemen hemen olduğu gibi evlat ediniyor. Fakat hikayeye yapılan bir kaç değişiklik, orjinalden biraz daha başarılı olmasını sağlıyor. The Intouchables, gerçek hayatta Arap olan karakteri siyahi bir karaktere dönüştürüp, rolü oynayan Omar Sy’i yeni bir yıldıza dönüştürmüştü. Sy’ın performansı her ne kadar filmin finansal başarısının büyük bir parçası olsa da, oynadığı karakter, zengin felçli milyarderin kendini daha iyi hissettirmesinden başka pek bir özelliğe sahip değildi. Hollywood filmlerinde ‘Sihirli Siyahi Adam’ diye bir klişe vardır, zengin beyaz karaktere pozitif mesajlar vermesi için yaratılan siyahi karakterler hakkında. İlginçtir ki bu hikayenin Fransız versiyonu bu klişeye uyarken, Amerikan versiyonu daha oturaklı bir karakter yaratmış. Bunun en büyük sebebi; tabi bu karakterin filmin en büyük yıldızı Kevin Hart tarafından canlandırılması.
Hart’ın bilindik enerjisiyle canlandırdığı Dell karakteri, Omar Sy’in karakterinde olmayan, kendine ait bir hikayeye sahip bu sefer. Dell, karizmatik ve komik bir adam, fakat aynı zamanda suç dolu bir yaşamdan çıkmayı bir türlü başaramayan, eski eşini (Aja Naomi King) ve oğlunu (Jahi Di’Allo Winston) durmadan hayal kırıklığına uğratan bir karakter. Hapisten çıktıktan sonra tek istediği, halen iş aradığını devlete kanıtlayıp tembelliğe devam etmek. Bu iş aramalarından biri sırasında Dell, kendisini yanlışlıkla bakıcı arayan felçli milyarder Phillip’in (Bryan Cranston) karşısında bulur. Bakıcı olarak hiç deneyimi olmamasına rağmen Philip, Dell’i işe alır.
Eşini kanserden kaybeden, sonradan da felç olan Phillip, intihar etmek istemektedir ve ne yaptığını bilmeyen Dell’i işe alarak bu amacına ulaşmayı planlar. Fakat Dell, hem işini iyi yapmaya başlayarak kendine güven kazanır, hem de espritüel yaşama bakış açısıyla Phillip’in depresyonundan çıkmasına yardımcı olur. Filmin bu arkadaşlığı komik şekillerde anlatması, bazen biraz tipik esprilerle oluyor; Phillip ve Dell’in ot içip kırk tane sosisli sandviç yemesi mesela. Fakat bazen de gerçekten kalp ısıtan sahneler de oluşuyor, opera seven Philip ile soul müzik hayranı Dell’in müziksel bakımdan bir araya geldiği ağlatacak final gibi.
The Intouchables’ın teması, hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, her zaman mutluluk için yeni bir şans olmasıydı, fakat bu tema çoğunlukla beyaz milyarder karaktere odaklanıyordu. Olacak İş Değil’de en azından biraz daha dengeli oluşuyor bu tema. Dell’in ailesi ile yeni bir yaşam edinmeye uğraşması, Phillip’in problemli hayatından mutluluk bulmaya çalışması ile aynı oranda ilerliyor. Aynen Intouchables’da olduğu gibi Dell ve Phillip’in arkadaşlığı oluştuktan sonra senaryo, karakterler arasında çelişki yaratmak için biraz fazla uğraşıyor. İkinci perdenin sonundaki çelişki, sırf bu iki arkadaş arasında kavga olsun da, üçüncü perdede tekrar bir araya gelsinler diye yaratılmış gibi.
Bu tarz bir proje tabi ki en çok iki ana oyuncu arasındaki kimya sayesinde başarılı veya başarısız olur. Bu bakımdan Hart’ın karizması Cranston’un doğal, sakin espritüelliği ile el ele gidiyor. Yönetmen Neil Burger’ın bazen sırıtan dijital fotografisi, en azından bu iki emprovizasyonel oyuncunun en komik anlarını yakalamayı başarıyor. Bazı sahneler Gopro falan kullanarak çekilmiş gibi, ama bu tarz bir filmde önemli olan şey performanslar tabi. Bu arada insanlığın en sinik yanlarını inceleyen filmleri ile bilinen Burger’in, bu denli pozitif havalı bir filme imza atması da güzel bir sürpriz.