Yüzde yirmi oranında daha çok aksiyon...
Yazar: Oktay Ege KozakCehennem Melekleri’nin eleştirisini yazarken bu kadar tersi bir filmden bahsetmek biraz abes kaçacak ama 80’lerden kalma aksiyon yıldızlarını pokemon kartı gibi toplayan bu serinin üçüncü filmini izlerken aklıma Charlie Kaufman’ın varoluşçuluk şaheseri Synedoche, New York geldi. O filmde Philip Seymour Hoffman’ın canlandırdığı tiyatro yönetmeni yıllar geçşe de oyununu bitiremiyor, sete durmadan yenilikler ekliyordu.
Sylvester Stallone’un başını çektiği bu seri de aynı obsesif kompulsif takıntıya sahip. Her bölümde seriye 80’lerin aksiyon sinemasından, dövüş dünyasından, artık yaşlanmış saygıdeğer aktör kataloğundan beş-on isim ekleniyor. Bu gidişle beşinci filme geldiğimizde posterde o kadar çok isim sıralanacak ki grafik için yer kalmayacak.
Ortada fazla şikayet edilecek veya övülecek bir durum yok aslında. İlk iki filmde eğlendiyseniz bu sefer tıpatıp aynı senaryonun Mel Gibson, Harrison Ford ve Wesley Snipes katkılı, yüzde yirmi oranında daha çok aksiyonlu versiyonu bekliyor sizi.
Seri ile haşır neşir olmayan fakat aksiyon seven seyirci ise gönül rahatlığı ile üçüncü bölüme balıklama dalabilir çünkü her bölüm aynı konuyu tekrarlıyor zaten. A-Takımı dizisinin yüksek bütçeli Hollywood versiyonu gibi bölümün baştan sona nasıl ilerleyeceğini biliyorsunuz fakat bir bakıma serinin çekici yanı da bu.
Üçüncü bölüm bu sefer bir değil, peş peşe iki testosteron yüklü aksiyon sahnesi ile açılıyor. Hapisten çıktığından beri sinemaya dönüşünü beklediğimiz karizmatik yıldız Wesley Snipes'ın canlandırdığı bir Cehennem Meleği’nin kurtuluşunu gösteren tren sekansı gayet etkileyici aslında. Sonradan gelen, Somali’de geçen çatışma sahnesi ise bir nevi bonus görevini görüyor.
Bu noktadan sonra hikayenin bütün adımlarını tahmin etmek çok kolay. Sizce Cehennem Melekleri’nden biri bu bölümün kötü adamı tarafından vurulacak mı? Cehennem Melekleri takıma yeni genç elemanlar ekleyip intikam peşinde gidecek mi? Bu filmi daha önce görmüştük, adı Cehennem Melekleri 2 idi.
Bu kadar tahmin edilebilir bir senaryo fast food hamburgeri gibi görevini yerine getiriyor. McDonalds’dan Big Mac aldığınızda tadının nasıl olacağını biliyorsanız bir Cehennem Melekleri filminin de ağızda ne tat yaratacağını biliyorsunuzdur.
Yeni yetme yönetmen Patrick Hughes ve senaryoya katkıda bulunmuş olan Stallone’un tek amacı bu basit senaryoyu eski filmlere göndermede bulunan espriler ve kurşunların, kavgaların, patlamaların bitmediği kinetik aksiyon sekansları ile doldurmak..
Hayranların büyük ihtimalle asıl soracakları soru yeni isimlerin seriye nasıl uyduğu olacaktır. Wesley Snipes ve Antonio Banderas, rolleri ile en çok eğlenen oyuncular olarak öne çıkıyorlar. Yıllardır hapiste çürüdüğü için azıcık kafayı yemiş bir bıçak ustasını canlandıran Snipes, bu denli budala bir projenin ne kadar ciddiye alınması gerektiğini yakalayan, dalga geçtiği kadar eğlenmesini bilen bir performans sergiliyor. Geveze bir askeri canlandıran Banderas ise filmin herhalde tek organik bir biçimde güldüren (sırf eski filmlere referans yaptığı için güldürmeyen) elementi.
Kötü adam rolünde Mel Gibson role olabildiğince enerji aşılamaya uğraşıyor ama kağıt üzerinde bu kadar boş bir karakteri başarıyla canlandırmak zor. Bruce Willis’in rolüne direkt oturan Harrison Ford ise o kadar sıkılmış bir yaşlı adam izlenimi veriyor ki, her an neredeyse kamera önünde uyuyacak sanki.
Cehennem Melekleri gibi hangi tür seyirciye seslendiğini bu kadar iyi bilen bir seriyi eleştirirken sanatsal bir barometre değil, neredeyse istatistiksel bir yaklaşım göstermek lazım. Bu sefer daha uzun bir filmde yüzde yirmi oranında daha çok aksiyon varsa filmin yıldızı da 3 olsun. Diyeceksiniz ki 5 yıldızın yüzde yirmisi 1, yani 3.5 olması lazım, artık yarım puanı da Ford ve Gibson’un bayatlığından keselim.