“Touch Me Not”, senaryosunu da yazmanın yanı sıra editörlüğünü de üstlenmiş olan Adina Pintilie’nin yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmi…
Prömiyeri, 22 Şubat 2018 tarihinde “Altın Ayı” dâhil iki ödül birden kazandığı 68. Berlin Uluslararası Film Festivalinde yapılan Romanya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Fransa ortak yapımı olan filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, 1.12 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine bu filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, özellikle de insan bedeni üzerindeki cinsel tabuları alt üst etmeye çalıştığı için pek çok kişinin fabrika ayarlarını alt üst edecek tarzda bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Ki zaten bu yapısı ile de film, büyük ödülü kaptığı "Berlinale" sonrasında sinema dünyasında da ciddi bir sarsıntı ve bölünmeye neden olmuş…
Yorumcuların bir kısmı filme bayılırken, diğer bir kısmı da, Peter Bradshaw’un, 25 Şubat 2018 tarihli The Guardian’da, festivali ve festivalin kazananı “Touch Me Not”ı değerlendirdiği yazısında vurguladığı gibi filmi, “utanç verici derecede korkunç” ve “festivalin yüz karası” olarak değerlendirmiş…
Peki, biz nasıl bulduk bu filmi?
Her şeyden önce "cesur ve ezber bozucu"…
Zira 21. yüzyılın ilk çeyreğinin tamamlanmasına şunun şurasında altı yedi yıl kalmışken Adina Pintilie’nin yaptığı şey aslında, insanları, ön yargılardan kurtularak kendi bedenlerindeki bütün organlarla, o organları herhangi bir hiyerarşi ve sınıflandırmaya tabi tutmadan özgürce yüzleşmeye ve (her ne kadar bu sömürünün ekmeğini yemeyi her türlü sürdürmek isteyen asalaklar buna izin vermeyecek olsalar da) cinsellikle nihai bir barışa davet etmek olmuş…
Bize göre bunu, kurgusal ve belgesel karışımı bir deneyim olarak da tanımlanan bu filmde gayet güzel de başarmış Adina Pintilie…
Buna sağlam bir örnek olarak, filmdeki diğer bedensel engelli insanlarla birlikte terapi seanslarına katılan ağır (zihinsel değil) “bedensel engelli” (ve bu görümümü ile biraz da Stephen Hawking’i anımsatan) Christian karakterine sorulan, “Vücudunun en beğendin parçası (parçaları) yahut organı (organları) hangisidir?” sorusuna verdiği, “Gözlerim, saçlarım, cinsel organım ve tenimin tamamı” yanıtını gösterebiliriz…
Elbette filmdeki tek örnek bu değil…
Erkek escort ve jigolo karakterlerden İzlanda'lı aktör Tómas Lemarquis’ın canlandırdığı Tómas’a kadar daha pek çok değişik karakter ve örnek sahne var filmde, anlata anlata bitirilemeyecek…
Fakat onları bularak ortaya çıkartma ve sergileme işini de, filmi bizden sonra izleyecek olan dostlara bırakalım...
Eminiz filmin kendisine ve cinselliği halen tabu olarak gördükleri için filme ilişkin olumsuz eleştiriler getirenlere, mutlaka bir de Freudian analiz gerekecek…
Ama bu durum bizi fazlasıyla aşacağı için onu da, psikanaliz işinin erbaplarına bırakalım ve şu ana kadar söylediklerimiz filme ilişkin ilk tespitimiz olsun diyelim…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; farklı tat ve lezzetlerden hoşlanan sinemaseverlere, “Bu türden sıra dışı deneysel filmleri de izleme listelerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmış olalım…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz puan ve yorumlarla yapılacak “yargısız infazlara” aldırmadan “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,