Savaşın gölgesi mi olurmuş?
Yazar: Banu BozdemirLore / Savaşın Gölgesinde öncelikle savaşa, savaşan taraflara, aidiyet duygusuna sonrasında da ezber bozmaya yönelik anlatımıyla diğer savaş filmlerinden ayrılıyor. Filmin katmanları çocuklar üzerinden ortaya çıkıyor o yüzden aslında filmde ezberler birçok kere bozuluyor. Rachel Seiffert’ın The Dark Room romanından uyarlanan film Cate Shortland imzası taşıyor. Bir önceki filmi (aynı zamanda ilk filmi) Somersault ile bir genç kızın dünyasına inen, iletişim kurmayı konuşarak değil de belki günümüzde daha kolay bir yöntem olan "seksle" kurmayı deneyen bir kuşağın beklentilerine adayan Shortland, ilk filmiyle başarı yakalayan yönetmenlerden. İkinci film Lore ise bir roman uyarlaması olmasına, zaman, mekan ve duygu atlamasına (2. Dünya Savaşı) rağmen bir genç kızın hislerini sürmesi açısından Somersault ile benzeşiyor. Sonuçta ikisi de bilmedikleri topraklarda, el yordamıyla keşif yapıyor.
Lore savaş ortamında geçtiği için daha dramatik elbette. Üstelik Nazi yanlısı bir anne babanın çocukları Lore ve kardeşleri. Ve sinemada hatta uyarlama yaşam öykülerinde neredeyse izine hiç rastlanmayan bir durumu anlatıyor film. Hitler’in öldüğü, Nazilerin hızla çöküşe geçtiği bir dönemde geçiyor. Evi önce SS subayı baba terk ediyor, sonra da anne. Lore ve dört kardeşi kalıyor geride, yalnız, emanet ve tehlikelere açık... Hikaye büyükler açısından ele alınsa farklı duygusal boyutlar yaratabilir ama çocuklar üzerinden anlatıldığı için birçok açığı kapatıyor, duygusal olarak herkesi hemen hemen aynı noktaya taşıyor.
Filmin net bir anlatımı var, abla Lore’un kardeşleri üzerindeki tavrı da gayet açık. Bu bir kaçış, bir yol ve sığınma hikayesi. O yüzden Lore da dahil olmak üzere bütün çocuklar ‘büyük kıvamında’ temkinli. Oysa güvenli sularda, tam bir Nazi olarak yetiştirilen çocukların rüzgar tersine esince azıcık eğilip bükülmelerini beklerdik ama duruma hakim ve hazırlıklı oluşları ‘savaş ya da direniş çocuğu’ kavramının bazen kendiliğinden oluşacağına dair ipuçları sunuyor.
Film taa anne ve babanın evi terk etmeden önce, yıkımla başlayan ilişkilerini anlatırken de Lore’un yenik ama bir yandan da babasının kızı imajını kuşanmış halinin peşinde dolaşırken de soğuk. Zaten film doku olarak klasik savaş filmlerine, hatta kimi zaman bir belgesel havasına bürünüyor ki, yönetmen de bunu amaç edindiğini söylüyor gerçeklik adına. Yani aksanıyla da tam bir Alman filmi var karşımızda. Filmin gerçekliğini azaltan bir tek şey olabilir ki o da yazarın ya da yönetmenin farkında olup olmadığını bilmediğimiz (farkındadırlar illa) Kırmızı Başlıklı Kız hikayesine benzemesi… Büyükanneye ulaşmak için kocaman ve tehlikeli ormanı aşmak zorunda kalan kardeşlerin dramıyla karşı karşıya kalınca insan gerçekten de kimlikleri unutuyor, savaşların insanların ve özellikle de çocukların üzerine çökerttiği kasvet duygusuna isyan ediyor. Bir an önce büyükanneyi bulmalarını diliyoruz!
Film çocukların masumiyeti üzerinden savaş / ya da Nazi olgusunu kırmaya çalışırken, Nazi bakış açısının karşısına bir Yahudi dikmekten de geri durmuyor. Lore'un Nazi bakış açısıyla kemikleşmiş duygularını yok etmeye ya da çaresizliğin ve savaşın biraraya getirdiği yitik ruhları buluşturmaya yönelik. Bizim savaşımız değil bu demeye getiriyor belki de lafı. Müttefiklerin hakim olduğu toprakların Rus kısmında ikizlerin tekinin hayatını kaybetmesi de manidar duruyor elbet, Rusya'nın o yıllardaki konumunu düşünürsek...
Bugüne kadar Hitler dönemini yansıtan tabii en çok da Yahudi bakış açısıyla soykırımı anlatan onlarca film izledik. İşin içine çocuk girince işin rengi değişiyor elbette ama filmin asla duygu sömürüsü yapan bir yanı yok, aksine mağrur tavrını sonuna kadar koruyor. Amaç Nazi ya da Yahudi ya da bir devletin bir devlete üstünlüğü olsun sonuç değişmiyor: savaşlar mağdur ediyor, en çok da çocukları… Haftanın dikkate değer yapımlarından, savaşta alınan yollardan çok kaybedilen ruhlar üzerine...
twitter.com/BanuBozdemir