Önce isminden yakalıyor bizi Pazarları Hiç Sevmem. Evet, pazarları kim sever ki... İsmiyle orantılı olarak çocukluk günlerinin özlemlerini arıyor gözlerimiz filmde. Çocukluğumuzun pazarları okul için son gün, büyüdüğümüzde ise son tatil günü olarak yerini aldı hayatımızda.Pazarları Çok Sevmem bizi çocukluğumuza götürmek yerine, büyümüş bir pazar algısını yaratıyor bünyelerde. Yani ismiyle pek de alakası yok. Birçok film gibi önce karakterleri önümüze atıyor, sonra onların hayatla olan değişik yollarına sokuyor bizi.
Film mizahla dramı dengelemeye çalışıyor çoğu kez, içine birtakım gizemler de katıyor. Film daha çok ertelenmişliklerin üzerine gidiyor. Reklam yönetmeni Rezzan Tanyeli kendi yazdığı senaryosunda kış ve yaz mevsiminin insan psikolojisindeki etkilerinin derdinde. Kışın umutlarını yazın yeşertme yolunu seçiyor. İstanbul ve taşra diye iki ayrım da yapıyor bu umut ve umutsuzluk oyununda.
Oğuz babasını kaybediyor, aynı anda eski sevgilisi başka bir adamla evleniyor. Babasının çok sevdiği arabasını eski sevgilisinin gelin arabası yapıyor. Kızgın, bitkin, inatçı ve aynı zamanda umarsız. Kardeşi Kerem daha duygusal ve gerçekçi. Deniz ise iş arayan, kendisini tanımayan Oğuz'a yanık, yüreği yaralı ama bir yandan da uçuk bir karakter. Aslında filmin bütün olayı Deniz ve Oğuz'u bir araya getirmek üzerine kurulu. Ama araya atılan karakterlerin farklılığı filmde değişik bir yelpaze yaratıyor. Hüzünle hafif komedi birbirine karışıyor. Film cenazeyi memlekete ulaştırma detayıyla yol filmi havasına bürünüyor.
Film gerçeklikten zaman zaman uzaklaşıp, seyircinin kafasında farklı bir algı yaratmanın derdinde. Tabii ortalıklarda tek başına dolaşan bir araba filmin mizah çizgisine biraz darbe indirmiyor değil ama yine de anlaşılabilir kalıplar içinde bakmaya gayret ediyorsunuz.
Film ölüm ve yaşam dengesi üzerinde bir ip cambazı gibi salınıyor. Ama terazinin dengesi kimi zaman şaşıyor ve karakterler ‘aziz' ve ‘azize' kıvamına geçiyor. Deniz, Oğuz'un olduğu yerleri, geçtiği yolları eliyle koymuş gibi buluyor. Film aslında mizahını biraz da kara mizaha dayandırmaya çalışıyor ama o kısımda pek başarılı olduğu söylenemez.
Sinemamızın senaryo kabızlığı, olayları absürt bir biçimde filme yedirme çabaları kuvvetlendirici unsur. Son zamanlarda senaryoya değil de karakterlerinin depresif iç dünyasına yaslanan filmlerden farklı. Her şeyi bir kişinin sırrıyla değil de toplu ruh haliyle anlatma derdinde. O yüzden bazı bünyelere farklı, absürd hatta neşeli gelebilir.
Film başrolü ilk oyunculuk deneyimini yaşayan, hatta oyunculukla uzaktan yakından ilişkisi olmayan Edhem Dirvana'ya vermiş. Fakat Dirvana ne yazık ki bu yoğun rolün pek de hakkını verememiş. Daha doğrusu doğal oyunculuk hakkını kullanmaya kalkmış ama bu kez de mimikler biraz yapmacık kalmış. Melisa Sözen filmin Deniz'i olarak uçuk haller takınıyor ve oradan seyirciye daha çabuk ulaşıyor gibi. Ama filmin yan rollerini paylaşan Hasibe Eren, Ezgi Mola ve Ayşen Gruda filme birer kurtarıcı nefer edası katıyor ve ana rollere de sağlam destek veriyor.
Pazarları Hiç Sevmem kıştan yaza akan öyküsüyle ‘filmi toplam 20 günde' çektik algısının da dışına çıkıyor. Ruh hallerinin mevsime yaslanmış halinden beslenen film yollarda yağdırdığı yağmurla ara bir geçiş de yaratıyor. Filmin hüznüyle başa baş akan mizahı absürd bir noktaya çekiyor. Seyircinin bundan alacağı etki dramın mizaha kayışında belli olacak sanırım.Haftanın tek yerlisini kaçırmak istemeyenler tercih edebilir!
(banubozdemir@gmail.com)