Zeki Demirkubuz'un sinemanın görsel araçlarını daha fazla kullanma çabasını, kendini bu açıdan geliştirmeye gayret etmesini önemsiyorum. Ne kadar etkileyici olsalar da çoğu filminin fazlaca metne dayalı olması, sinemasının bir zaafıydı. Kader ile birlikte bunun değiştiğini görmüş, kendi adıma memnun olmuştum. Arada başarısız bir dönem filmi denemesi olan Kıskanmak'ı yaptı. Tematik olarak yine kendi alanındaydı, filmin başarısızlığının sebepleri farklıydı ama bir zanaatkar olarak en azından arayış içinde bulunmasını ben yine de önemsemiştim. Ve şimdi Yeraltı'na geldi sıra... Demirkubuz, sinemasının temel referanslarından olan Dostoyevski'den ilk kez bir uyarlama yapıyordu. Bu bile başlı başına heyecan vericiydi.
31. İstanbul Film Festivali kapsamında ilk kez seyirciyle buluşan Yeraltı, özgür bir uyarlama. Ankara'da memurluk yapan Muharrem, Dostoyevsky'nin Yeraltından Notlar'ının kahramanı kadar Zeki Demirkubuz'un kendisinin de yansıması. Ve bu iş, yönetmenin kişisel bazı hesaplarını filmi üzerinden halletmeye çalışmasına kadar varıyor.
Demirkubuz'un birkaç sene önce Küf adında bir film üzerinde çalıştığı, hatta çekimlere bile başladığı ancak Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun filmi Cannes'da görücüye çıkınca çekimleri durdurduğu ve o günden beri de Ceylan'ı kendi öyküsünü çalmakla suçladığı, bugüne dek sadece bir dedikoduydu. Zeki Demirkubuz yeni filminde tüm bunları alenen dillendiriyor; Serhat Tutumluer'in canlandırdığı ve "Ankara Sıkıntısı" adlı romanıyla ödül kazanan yazar karakteri üzerinden Ceylan'ı hırsızlıkla, çevresinde toplanmış eski solcu bazı arkadaşlarını da onun şakşakçısı olmakla itham ediyor. "İki ödül aldın, kendini Shakespeare mi zannettin?" diyor açıkça.
İki önemli sinemacımız arasındaki meselenin bu şekilde perdeye yansıması, bir taraftan benim de hoşuma giden bir durum olmadı. Neredeyse çocukça buldum diyebilirim. Ancak bütün bu magazinel mevzuya takılıp şunu da gözden kaçırmayalım: Yeraltı, uyarlandığı kitaba da sadık bir şekilde, en utanç verici ve en çıplak haliyle bir içini dökme, yaralarını ve komplekslerini çekinmeden ifşa etme, karanlık ve hatta zavallıca bir insan portresi çıkarma projesi. Bu sadece Muharrem'in değil, yönetmenin kendisinin de bir portresine dönüşmüş sadece.
Yeraltı, Zeki Demirkubuz'un en kişisel, en karanlık ve en stilize işi olmuş. Buna benzer bir filmi daha yok kariyerinde. Işığa ve atmosfer yaratmaya bu kadar kafa yorduğu, karakterinin psikolojisini perdeye yansıtacak görsel çözümlerin bu kadar peşinde olduğu bir filmi daha yok. Evet, eksikleri var denebilir. Bazen öyle sahneleri göstermemeyi tercih ediyor ki filmde ciddi bir kopukluk hissi doğuyor. Ancak çok nesnel ölçütlerle değerlendiremeyeceğimiz bir film Yeraltı. Dediğim gibi, fazlasıyla kişisel ve serbest formda bir anlatı karşımızdaki. Dolayısıyla ya yabancılaşır, yadırgarsınız gibi geliyor bana... Ya da etkilenir ve belki benim gibi, Lynch-vari bir tat alırsınız. Zaten şu ana kadar filme yönelik tepkiler de böyle uçlar arasında çeşitlilik gösteriyor. Muhtemelen benim kadar olumlu düşünen de az yazara rastlayacaksınız. Ancak Zeki Demirkubuz'un bir sinemacı olarak geliştiğini ve merak uyandırıcı noktalara doğru gittiğini ısrarla savunuyorum. İçindeki zehri döküp bitirdiğinde, işlerin çok daha sağlıklı yürüyeceğine de eminim.
Şimdi hem Yeraltı filmini hem de iki önemli sinemacımız arasındaki alışılmadık tartışmayı izleyeceğiz. Nuri Bilge Ceylan pek bu toplara girecek yapıda bir adama benzemiyor ama olan oldu, dedikodular ayyuka çıktı artık. Sürecin devamını, hatta anlaşılan Demirkubuz'un yapmaya niyetli olduğunu söylediği devam filmini bekliyoruz.
Twitter: aliercivan