Hesabım
    Mr. Banks
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Mr. Banks

    Aslında hiç büyümüyoruz ki...

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    "Mr. Banks" (Saving Mr. Banks)'i seyrettiğimiz gün, iç savaş cehenneminin ateşinde insanlık onurunun da kavrulduğu Suriye'den bir haber okudum.Tüm yardım koridorlarının kapalı olduğu Humus'taki insanlar açlıktan otları yiyorlar, bu nedenle zehirleniyorlardı. Orada, çocuklarının açlığına çare bulamayan babaları düşündükçe, sordum kendime: Bu berbat dünyada filmler ne işe yarıyor? Yanıt, mealen Walt Disney'den geldi: Bu dünyadaki kötü deneyimlerden, hayal gücünü kullanarak, olumlu mesajlar çıkartabiliriz. Anlattığımız hikayeler umudu canlı tutar.

    Bir hikaye kitabının yıpranmış, solmuş sayfaları açlığa çare olmayacak, fakat savaşın ortasındaki bir çocuğa hayata tutunma, babasının çaresizliğini anlama ve ona destek olma gücünü verecektir. Kuşkusuz çocukluğumuz tüm hayatımız boyunca bizi takip eder. Ebeveynimizle olan anılarımız, on yıllar boyunca vicdanımızı ve kararlarımızı etkileyecektir.

    Helen Lyndon Goff, 1899 yılında Avustralya'da doğdu. Babası İrlanda kökenli Travers Goff, düzene ait olmayan, yaptığı iş mizacına ters bir adamdı. Banka müdürlüğü görevinde başarısız olan ve alkolikliğini artık saklayamayan Travers, kızının gözünde bir kahraman olan, bu dünyanın hayallerimizle çok daha güzel bir yer olabileceğini bilen, yüreği güzel, iyi bir adamdı. 43 yaşında öldü. O gün babasının istediği armutları almak için evden çıkmış olan küçük Helen, yanında olamadığı için kendisini affetmeyecekti.

    Şimdi, 54 yıl sonra, Londra'dan ricalarla, zor ikna edilerek getirtilmiş P.L.Travers (Pamela Lyndon Travers), Los Angeles'daki Disney Stüdyoları'nda, "Mary Poppins" adlı çocuk kitaplarından müzikal bir film çekmek isteyen Walt Disney'e, müzisyen Sherman Kardeşlere ve senarist Don DaGradi'ye kök söktürüyordu! Aslında paraya sıkışmış olmasa buraya geleceği de yoktu. Çünkü Disney'den, çizgi filmlerinden, parayla düş satmasından hiç haz etmiyordu. Ancak Disney de kolay pes edecek değildi. Kızlarına verdiği söz üzere, yirmi yıldır sinema haklarını almak için peşinden koştuğu Mary Poppins'i beyazperdeye mutlaka uyarlayacaktı. Bunun için de, bu denli inatçı, aksi, geçimsiz olan ve hiçbir şeyi beğenmeyen yazarın geçmişindeki ruhsal travmaya temas etmesi gerekiyordu. Ve bu teması, kendi çocukluğundan geçerek gerçekleştirecekti.

    Banks ailesinin evine bir melek gibi gelip mucizeler yaratan dadı Mary Poppins'in öyküsünün, 5 Oscar ödüllü bir filme dönüşmesi sürecinin başlangıcı, Hollywood film endüstrisinin arka planına dair keyifli notlardan, anlardan, sahnelerden oluşuyor. Fakat "Mr.Banks", asıl, babalar ve çocukları, hatta bir baba ve kızı hakkında bir film. Bu nedenle iki paralel zaman diliminde geçiyor: 1906 yılında başlayan ve Travers Goff'un ölümünde kadar süren bölüm ile sonradan adını kullanabilecek kadar babasına tutkuyla bağlı P.L.Travers'ın Disney'le irade savaşına giriştiği bölüm. Yazarın, ailesi ve çocukluk anılarından esinle yazdığı Mary Poppins'in ruhunun yanlış yansıtılacağı kaygısıyla direnmesine rağmen, yavaş yavaş, Disney'in bir tür sağaltımıyla çözülmeye başlıyor. Koşutunda da, çocukluğunun o harikulade ve aynı anda acı günlerine dönüyor. Şöyle düşünün: Psikiyatr koltuğunda terapidesiniz ve direniyorsunuz. Deneyimli psikiyatr sizi yavaşça çözmeye başlıyor.

    Bu öyküleme riskli olsa da sorun yaratmamış. Çünkü, yer, karakterler ve zaman dilimi olarak birbirinden hayli uzak iki hikayenin ortak noktası olan yazarın içindeki 'hiç büyümeyen çocuk', geçmişten 60'lara ve bugüne uzanıyor.

    Şimdi Humus'taki babaları da düşünelim: Bu berbat ve acımasız dünya babalarla çocuklarına sert yüzünü gösterse de, hayallerimizle, hiç bitmeyen sevgimizle üstesinden gelebiliriz. Babalarımız belki kendilerine zarar verdiler, belki ailelerine ideal bir yaşam tarzı sunamadılar. Ama onlar bizler için en doğrusunu yaptıklarına hep inandılar.

    Bir daha soralım. Filmler neden varlar?  Bir yanıtı da, "Mr. Banks"de olduğu gibi, en saf olduğumuz dönem olan çocukluğumuzdaki duygularımızın aslında hiç kaybolmadıklarını  anımsatmak için.

    Bu duygularımızı yeniden keşfetme yolculuğunda, yaratıcı oyuncu kavramının ne anlama geldiğinin derslerini veren Emma Thompson'a (P.L.Travers) , Tom Hanks' e (Walt Disney) ve Travers Goff'u tarifi zor bir içtenlikle yorumlayan Colin Farrell'a,  tekrar aşık olduk... Onları ve dolayısıyla seyirciyi duygusal duraklara yönlendiren, "Kör Nokta"dan (The Blind Side) tanıdığımız yönetmen John Lee Hancock'un hakkını da teslim ederek tabii.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top