Senaryosunu da, “Mean Streets - Arka Sokaklar” (1973) , “New York, New York” (1977) ve sekiz dalda Academy Ödülü aday adayı ve iki Academy Ödüllü “Raging Bull - Kızgın Boğa”da (1980) yönetmen Martin Scorsese ile oyuncu Robert De Niro’yla çalışan Altın Küre adayı Mardik Martin ile birlikte yazan Fatih Akın'ın yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu “The Cut / Kesik”; "Duvara Karşı" (2004) ile başlayıp "Yaşamın Kıyısında" (2007) filmiyle devam ettirilen Fatih Akın'ın "Türkiye algımı yansıtıyor" şeklinde tanımladığı "Aşk, Ölüm ve Şeytan" üçlemesinin, devlet eliyle oluşturularak ileri sürülen "toptan inkar ve yalanlamaya dayalı" milliyetçi tarih anlayışı sürecine karşı cesaretle kurgulanılan bir dönem dramasıyla nihayetlendirilen üçüncüsü olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 20 milyon dolarlık bütçesiyle de adından söz ettiren ve çekimleri, Almanya, Küba, Kanada, Ürdün ve Malta'da gerçekleştirilmesinin yanı sıra dünya prömiyeri 31 Ağustos 2014 tarihindeki aday olduğu "Altın Aslan" Ödülü için yarıştığı Venedik Uluslararası Film Festivali'nde yapılırken; kendisine yöneltilen eleştirileri, “Başkalarının beklentilerini karşılamak için değil, kendi vizyonumu yansıtmak için sinema yapıyorum” olarak yanıtlayan Fatih Akın'ın bu filmine biraz daha yakından bakalım...
***
Film:
"Bir varmış... Bir yokmuş...
Yüzyıllarca süren hükümranlıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü başladı...
Kaybedilen toprakları geri almak için umutsuz bir girişimde bulunan Osmanlılar; Birinci Dünya Savaşı esnasında, Almanya ve Avusturya - Macaristan İmparatorluğu ile müttefik oldular...
İmparatorluktaki azınlıklar, bir gecede düşman ilan edildi..."
Tarzındaki bir tespit ile başlar...
***
- Mardin 1915 -
Çırağı Levon (Shubham Saraf) ile beraber küçük bir atölyeyi işletmekte olan demirci ustası Nazaret Manoogian (Tahar Rahim), makas yapıp sattığı müşterisi Baron Boghos (Sevan Stephan) örneğinde olduğu gibi; kendisinden daha varlıklı insanlara öfke duyuyor olması sebebiyle günaha girdiği düşüncesiyle, dükkanını kapatır kapatmaz Rahibe (seslendiren Ali Akdeniz) günah çıkartmak üzere kiliseye gider...
Ardından...
Kızları Arsinée (Zein Fakhoury) ile Lucinée Manoogian'ı (Dina Fakhoury) okuldan alan Nazaret; okulun kapısının önünde karşılaştığı öğretmen Bayan Balakian (Andrea Hessayon) ile savaşın gidişatı ve çocuklarının derslerdeki performansları hakkında, ayak üstü sohbet eder...
Kızlarına coğrafya soruları sorarak evine doğru ilerlerken Nazaret, havada uçmakta olan bir leyleği görür görmez de bunun; birlikte çıkılacak uzun bir yolculuğa delalet ettiğini belirtir...
***
Eve vardıklarında...
Ellerini henüz yıkamamış olan Nazaret, karısı Rakel'in (Hindi Zahra) avludaki ipe asmakta olduğu çamaşırlara dokunur dokunmaz, karısına yeniden çamaşır işi çıkartır...
Akşam olup da ailecek yemek faslına geçildiğinde...
Nazaret, Rakel, Nazaret'in babası (Baker al Qabbani), Nazaret'in kardeşleri Vahan (George Georgiou) ve Hrant (Akın Gazi) ile onların karıları Ani (Arevik Martirosyan) ve Delal (Hatun Kazcı) hem yemeklerini yiyip hem de savaşın ahvali üzerine konuşurlarken; aralarından Ani, Zeytun'daki bütün Ermeni erkeklerinin ortalıktan yok olduğunu söylerken...
Nazaret'in babası, "Biz onlara hep sadık kaldık" derken; sürülme korkusu yaşamadığını vurgulama ihtiyacı içindeki Nazaret'in kendisi de, "Biz sanatkarız... Burada bize ihtiyaçları olacak..." diyebilecektir...
***
Uykudan önce kızlarına masallar anlatan Nazaret, yatmak için odasına geçtiğinde; saçlarını tarayan Rakel, Nazaret'in dalmasına yardımcı olan bir türkü de mırıldanmaktadır...
***
Derken...
Herkesin uykuda olduğu gecenin bir yarısında, "Açın kapıyı!" diye bağıran birisi; evin kapısını adeta dövmektedir...
Gelen, "Padişah efendimizin fermanı var... On beş yaşından büyük erkekler, gavurdu Müslümandı ayrımı yapılmadan orduya alınacak..." şeklindeki talimatı ileten ve "Artık sen de askersin..." diyerek Nazaret'e hitaben seslenen iki Osmanlı jandarmasıdır (Mehmet Yılmaz, Mahir Oral)...
Vereceği rüşvet karşılığında kurtulabileceğini zanneden Nazaret, Vahan ve Hrant ile beraber apar topar evden çıkartılarak götürülür...
***
Diğer erkek tutsaklarla birlikte yol inşaatında çalıştırılan Nazaret, burası en azından savaştan iyi biçiminde düşünebilmektedir...
Yol çalışmasının sürdürüldüğü günlerden birinde...
Atlı askerler ile bir Rahibin (Adam Bousdoukos) dualarıyla eşlik ettiği, tamamı yayan yürüyen yaşlı erkek, kadın ve çocukların oluşturduğu; Kharpit'ten gelen ama nereye gittiklerini bilmedikleri bir Ermeni kervanı, önlerinden geçerek gider...
Aynı esnada, birden ortaya çıkan ve aralarında Kürtçe konuşan üç atlı haydut; Ermeni tutsaklar ve kıllarını dahi kıpırdatmayan silahlı jandarmaların gözleri önünde, feryat figan bağırmakta olan kervandaki kadınlardan birine (Sesede Terziyan) tecavüz ederler...
***
- 1916 -
Hastalanarak hayatını kaybeden Hrant'ın cansız bedeni, Nazaret ve Vahan tarafından toprağa defnedilir...
Aynı günün akşamında...
İnanılmaz bir siyasi eleştiri örneği oluşturmak amacıyla bir eşeğe bindirilerek karikatürize edilmiş olan Diyarbakır Valisinin temsilcisi (Önder Çakar) çıkıp, yol inşaatının şantiyesine gelir...
Önce heybesindeki kayısıları, yere fırlatarak Ermeni işçilere ikram eden bu temsilci; hepsini kurtaracak, özgürlüklerine kavuşturacak ve işledikleri tüm suçlarından affedilecekleri Valilik Nizamnamesini duyurmaya gelmiştir...
Şöyle ki:
"Kim ki, dininden döner, İslam'ın ışığını seçer ve kelimeyi şahadet getirirse; derhal serbest bırakılacaktır..."
Bu teklifi cazip bulan beş Ermeni tutsak, diğerlerinin öfkeli bakışları arasında anında din değiştirir...
***
Dinlerini değiştirmeyi reddeden Ermeniler, sabah uyanıp çadırlarından çıktıklarında; kendilerini çalıştıran Osmanlı jandarmalarının, ortadan kaybolduklarını göreceklerdir...
Böyle olunca da...
Bir an için kurtulduklarını zannetseler de; kendilerini topluca katletmekle görevlendirilmiş bir grup paralı asker (Korkmaz Arslan, Murat Akagündüz) ile hükümlü (Mehmet / Bartu Küçükçağlayan), birden bire beliriverirler...
Şu ana kadar, Fatih Akın'ın:
"Bu konuyu bir belgeselle anlatmak istesen on iki saatlik bir belgesel olur; 1000’lerde, Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle, Ermenilerle karşılaşmasıyla başlamak gerekiyor aslında Soykırım’ı anlatmaya...
Soykırım nasıl oldu? Öfkeler nasıl kaynadı? Balkan Savaşları kaybedilmişti...
Ben onları seyirciye anlatmamaya, meseleyi daha 'Kafkaesk' bir biçimde ele almaya, tek bir bakışa yer vermeye karar verdim...
Mardinli bir demirci bu olayları nasıl karşılar, nasıl görür? Sadece o tek kişinin bakış açısında kaldım, aldığım ilk karar buydu..."
Dediği ilk bölümü izledik...
Dakika 25...
Sırada, yine Fatih Akın'ın:
"İkincisi, çerçeve olarak, dil olarak, 'western türünü' seçtim... Buna içgüdüsel olarak karar verdim...
İyiler var, kötüler var, atlar var, silahlar var. Amerika var, Kızılderililer var...
Okuduğum hikâyelerde de, Soykırım sonrasında birisinin bir başkasını aradığı çok fazla örnek vardı...
Kovboy filmlerinde de klasik bir konudur bu arayış öyküsü... Bunun dışında, klasik kovboy filmleri Amerika’yı keşfetmek üzerinedir...
Benim filmlerim de genellikle hep yol filmleri ya, bir yerden bir yere, mesela Almanya’dan Türkiye’ye gider karakterler...
Bu aslında benim bütün filmlerimde süregiden bir çizgi...
Buradaki göçmenin de aklında Amerika’ya gitmek var..."
Diyerek ifade ettiği filmin geri kalanında, siz değerli sinemasever dostlarımızı; (başta çocukları) Nazaret'in geride bıraktığı ailesinin üyelerini bulabilmek gayesiyle yollara döküleceği, şok bir finali de bünyesinde barındıran destansı bir yolculuk öyküsünün gözler önüne serileceği, 113 dakikalık bir kısım daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Bu yorum kaleme alınırken, Fatih Akın'ın filmine ve sinema anlayışına dair söylediklerinde; Övgü Gökçe'nin bizzat kendisiyle yaptığı ve 5 Aralık 2014'de Altyazı.net'de, Fatih Akın’la ‘Kesik’ Üzerine: “Öfkeyi Azaltmak” başlığıyla yayınladığı söyleşiden yararlanılmıştır...
Linkini de aşağıda paylaştığımız bu söyleşinin tamamını okumanızı, hararetle öneriyoruz...
https://altyazi.net/soylesiler/tarihimizde-bir-kesik-fatih-akinla-cut-uzerine/