Hazzın doruklarında...
Yazar: Arzu ÇevikalpÇok zengin iş adamlarını gözünüzün önüne getirin, tek sorunları nedir? Kadınlar… Onca paraya rağmen skandal yaşamaya bayılırlar. Yaşadıkları skandal da oldukça nettir: evdeki eşlerini düşünmeyip, bir gecelik heves uğruna başka kadınlarla beraber olurlar. Hayatlarında onları tatmin eden sadece kadınlardır, para hak getire… Bunu konu eden filmlerde de mutlaka skandal olur. Şimdi bunu niye anlattınız diyorsunuz belki de… Şu sebeple anlattık: bu yazılanları konu alan “New York’a Hoş Geldiniz” filmi eski IMF başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın odayı temizleyen bir otel görevlisini taciz edişini konu alıyor. Dominique Strauss-Kahn’a bu yolla gönderme yapan yazar-yönetmen Abel Ferrara, Dominique Strauss-Kahn’a ait gerçekleri kurguladığı hikâyesine akıtıyor. Acaba akıtabiliyor mu? Tartışılır…
‘Bad Lieutenant” filmiyle çıkış yapan Abel Ferrara, bu kez sıradan ve vasatı aşamayan bir film ortaya koyuyor ve denizdeki büyük dalgaları ne yazık ki aşamıyor. Hollywood’da sayısız örneği olan skandal filmleri ile ilişki kuran Ferrara, yönetmenliğini konuşturmak yerine açık seçik sahnelerle insanın kanına dokunuyor. Zaten Ferrara cinselliği öne çıkaran bir yönetmen… Dominique Strauss-Kahn’ı canlandıran Gerard Depardieu’nun şekilsiz vücudunu neredeyse her sahnede izliyor oluşumuz rahatsızlık veriyor. Gerard Depardieu anadan üryan soyunuyor! Bu kadarını da beklememiştik doğrusu… Erotizm kokan film, cinselliği merceğe yerleştirerek bir karakterin (nam-ı diğer Devereaux) neden bu kadar cinselliğe meraklı olduğunun nedenlerini araştırıyor. Aklında kadınlardan başka bir düşünce olmayan Devereaux, ne parayı düşünüyor ne de evini…
New York onun özgürlüğünü yaşadığı yer esasında… Ama ufak bir problem var. Devereaux hem odasını temizleyen kadına tacizde bulunuyor, hem de diğer kadınlarla gününü gün ediyor. Bu kadının Devereaux’u şikâyet etmesiyle Devereaux devre dışı kalıyor. Ama bu Devereaux da çok vurdumduymaz! Dünya yansa da umurunda olmaz ki… Kadınları yanında olsun yeter! Yalnız odasını temizleyen kadını taciz ettikten sonra Devereaux New York’u terk ediyor. Yakalanması da an meselesi… Peki, Devereaux bu yaptığından dolayı yargılanacak mı? Yargılanma süreci biraz sancılı çünkü Devereaux Fransız vatandaşı ve nasıl yargılanacağı konusunda epey tantana çıkıyor, sonuçta Fransız yasası ile Amerikan yasası arasında büyük bir uçurum var. Belki de Devereaux bunun arkasına sığınıyor. Nasılsa paçayı yırtarım diye düşünüyor. Bildiğimiz bir konu yani…
Basit bir konuyu yavan bir şekilde anlatan Ferrara, monotonluğun klişelerinden kendini kurtaramadığı için, ağır çekim görselleriyle izleyiciyi bunaltıyor. Ferrara’nın eforsuzca betimlediği tekdüze karakterlerin zorlu dönemeçleri bir türlü atlatamamaları da bir hayli ıraklaştırıyor izleyiciyi… Sulu sepken filmlerden çok fazla bir farkı olmayan “New York’a Hoşgeldiniz” vicdansız Devereaux karakterinin iç yüzünü temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyan tektip bir film… Derinliği olmayan yapım, karakterlere eğilmektense cinselliği ve erotizmi hareketlendiriyor. Filmi film yapan genelde yan hikâyelerdir, ancak ilk defa yan hikâyesiz bir film seyrediyoruz, sanki biraz zorlama ilerliyor hikâye kurgusu… Cinselliğe bu kadar eğilimi olan karakterin, neden kadınlara bu kadar düşkün olduğunu öğrenebilseydik filmin elle tutulur tarafları olacaktı, ama maalesef olamadı… Aslında film gerçeklerden yola çıkıyor, o gerçekleri dinamizm ile anlatmayı başarabilseydi filme sempati duyardık. En azından bir karakterin hayatının nasıl aniden terse döndüğünü seyrettik. Buna da şükür diyelim. Yönetmenin daha önceki filmlerine şöyle bir göz attığımızda, ortaya çıkan işlerin başarısı azımsanacak türden değil. Hikâyelerin işleyişini güzel bir şekilde yürüten Ferrara’nın son çektiği filmle böylesi bir gerileme yaşaması bizi üzdü gerçekten! En kötü tarafı da Ferrara’nın yönetmen Roman Polanski’ye atıfta bulunuyor oluşu…
Kanımızca filmin en büyük avantajı ve artısı Gerard Depardieu’nun oyunculuğuydu. Depardieu, harika yönetmenler ve aktörlerle çalışan birikimli bir aktör, ve komik de… Gelenekten gelen Depardieu, filmi tek başına sırtlanıyor neredeyse. Bizi büyülemiyor belki ama baskınlığını ortaya koyarak, karakterin içindeki o rezil dünyaya kendini transfer ediyor.
Sönük neticeye göre; “New York’a Hoşgeldiniz” başından sonuna kadar aynı tempoda ilerleyen, skandalı ortaya çıkaran, hatta skandal nedeniyle alıkoyulan, kendinden başkasını düşünmeyen, egoist ve psikolojisi bozuk bir karakterin cinsel macerasını ortaya koyan sıradan bir film… Gönül isterdi ki, filmin nakışı daha pürüzsüz olsun…
twitter.com/Cine_Deseo
arzucevikalp@gmail.com