Doğu-Batı ekseninde kadının kadına ettiği...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluAvusturya doğumlu Kürt asıllı sinemacı Umut Dağ'ın çeşitli kısa film, belgesel ve video çalışmalarından sonra ilk uzun metrajlı işi olan Kuma, biraz da gecikmeli olarak ülkemizde de bu hafta vizyona girdi. 2012 Berlin Film Festivali'nin Panorama bölümünün açılış filmi olmasına ve yurtdışından övgüler almasına rağmen, film hemen hemen tüm küçük bütçeli festival filmlerinin kaderini paylaşarak sadece 10 kopya ile gösterime girdi. Seyirciye ulaşmasını arzuladığımız filmlerin düşük kopya sayısında kalma mevzusunu başka bir yazıya bırakırsak, Dağ’ın senaristliğini de üstlendiği ilk yönetmenlik çalışmasından, kimi arızalara rağmen alnının akıyla çıktığını belirtmek gerek.
Yönetmenin filmin merkezine oturtturduğu konu her ne kadar doğu-batı ekseninde geçiyor gibi görünse de, bu topraklarda gayet aşinası olduğumuz bir algıyı işaret ediyor. Kendisine kanser teşhisi konan 5 çocuklu bir anne, olur da kendi başına bir şey gelirse, geride ailesine bakacak ve kocasına 'karılık' edecek biri olsun düşüncesiyle, Anadolu'nun bir köyünden gün yüzü görmemiş bir genç kızı kendi eliyle seçip, Viyana'daki evine getiriyor. Yani ailesini “kadınca yöntemlerle” sigorta altına alıyor. Babaya getirilen kumanın dış kılıfı ise ailenin genç erkeğini evlendirmek olarak çiziliyor. “Avrupa'nın göbeğinde” tabirini rahatlıkla kullanabileceğimiz bir coğrafyada, doğunun muhafazakâr değerlerini demirden bir katılıkla koruyan bu aile, çatlakları da görmezden gelen, halının altına süpüren bir yapıyı benimseyerek yola devam etmeye çalışıyor.
Filmin, oryantalist bakış açısından tutun da, feminist perspektife kadar pek çok okuması yapılabilir. 20 seneyi aşkındır Avrupa'da yaşadığı belli olan bir ailenin -ve dahası koca bir mahallenin- bu derece kendi kabuğunda yaşamasını ve entegrasyonu neredeyse tamamen reddetmesini de eleştirebilirsiniz, kadının kadına 'iyilik' adı altında yaptığını “zulüm” olarak da nitelendirebilirsiniz. Zira Türkiye'den kuma olarak gelen Ayşe, tüm bu senaryonun en büyük kurbanı... Kendi arzusu olmadan başka bir ülkeye, babası yaşındaki bir adamın altına sürüklenen ve ailenin genç kadınları tarafından itilip kakılan, hizmetçi muamelesi gören bu genç kız, ne zaman ki kendi duygularının peşinden gidecek bir harekette bulunuyor, cezası da fazla sorgulanmadan kesiliyor. Yani ne zaman birey olmaya yaklaşıyor, geleneksel aile düzeninde yeri olmadığına hükmediliyor...
Filmin afişinde de yer alan "sırların" ve senaryo sürprizlerinin, daha hareketli olan ikinci yarıda geleceğinin ipucunu verip, kısaca oyunculuklardan bahsedersek, anne Fatma rolündeki Nihal Koldaş ve kuma Ayşe rolünde Begüm Akkaya'nın inandırıcı oyunculuklar ortaya koyduğunu belirtmemiz gerek. Yapmacıklığa çok açık Nurcan karakterinin altından da Dilara Karabayır iyi bir performansla kalkıyor.
Nihayetinde seyirciye tamamlaması için çok boş alan bırakan senaryosuyla, ki bu bazı izleyenlere senaryo zafiyeti gibi de gelebilir, Umut Dağ derdini anlatmayı beceren bir film ortaya koymuş. Duyguları daha net vermek için atılmadığı belli olan bazı planlar yerine, seyircilerin kafasındaki soruları cevaplayan sahneleri arıyor gözümüz ve Dağ’ın gelecek işlerinde daha güçlü olduğu bir sinematografiyle karşılaşacağımızı umuyoruz. Zira sinema sırf hikâye anlatmak için kullanılan bir dil değil, aynı zamanda görselliği ile etkileyen bir sanat. Kuma hikâye derdine çok düştüğünden, sinemanın sanatsal çatısı ister istemez geri planda kalıyor...
Sonuç olarak Kuma, bol filmli 26 Nisan vizyon haftasında toplumsal meseleleri dert edinmiş, farklı bir film seyretmeyi tercih eden seyircisini bekliyor.
twitter:duygukocabay